Yeşil Kapı Masalı

Mine Kaya 194 Okuma Süresi: 5 dk Okul Öncesi Masallar
Yeşil Kapı Masalı

Bir zamanlar, küçük bir kasabanın kenarında sarmaşıklarla kaplanmış, eski bir ev vardı. Evin önünde, herkesin dikkatini çeken parlak yeşil bir kapı dururdu. Bu kapı ne demirden ne tahtadandı; dokununca sıcak, göz göze gelince sanki nefes alıyormuş gibi hissedilirdi. Kasaba halkı yıllardır bu evin gizeminden konuşur, ama kimse içeri girmeye cesaret edemezdi.

Bu kasabada Elif adında meraklı, yüreği cesaretle dolu bir kız yaşardı. Her sabah okula giderken o yeşil kapının önünden geçer, başını hafifçe kaldırıp şöyle derdi:

"Bir gün senin ardında ne olduğunu öğreneceğim!"

Annesi, her defasında telaşla seslenirdi:

"Elif! Sakın o eve yaklaşma! Eski efsaneler boşuna söylenmez!"

Ama Elif’in içinde bastırılamayan bir merak vardı. Kapının ardında bir hazine mi vardı, yoksa eski hikâyelerde anlatıldığı gibi bir peri dünyası mı? O gece, ay gökyüzünde gümüş gibi parlıyordu. Elif, yatağında bir türlü uyuyamadı.

"Belki de o kapı beni çağırıyordur," diye fısıldadı kendi kendine.

Bir süre düşündü, sonra pencereden dışarı baktı. Ev tam karşısındaydı. Rüzgârla birlikte, sanki uzaktan bir ses duydu:

"Gel... Elif..."

Korkuyla yerinden sıçradı ama kalbi heyecandan da atıyordu. Fenerini aldı, paltosunu giydi, sessizce evden çıktı. Ay ışığı yolda ona rehberlik ediyordu.

Kapının önüne geldiğinde bir an durdu. Kapı bu kez eskisinden daha parlak görünüyordu. Elini uzattı. Soğuk olmasını bekliyordu ama tam tersi, sıcacıktı.

"Merhaba... ben geldim," dedi fısıldayarak.

Birden kapı, kendi kendine yavaşça açıldı. Gıcırdamadı, kilidi yoktu. Elif derin bir nefes aldı ve içeri girdi.

İçeride beklediği gibi bir oda değil, devasa bir bahçe vardı. Ağaçların yaprakları altın sarısı, çiçeklerin kokusu ise hiç bilmediği kadar büyüleyiciydi. Kelebekler, ışık huzmeleriyle dans ediyordu. Ama en garibi, gökyüzü mavi değil, yeşilin bin bir tonundaydı.

Elif şaşkınlıkla etrafına baktı:

"Burası... bir rüya olmalı."

Tam o sırada bir ses duydu. Yumuşak, melodik bir sesti bu:

"Rüya değil, Elif. Yeşil Kapı seni seçti."

Arkasını döndüğünde küçük, kanatlı bir çocuk gördü. Saçları yosun yeşili, gözleri parıl parıldı.

"Sen... bir peri misin?"

"Evet. Ben Lira. Bu bahçe, Yeşil Kapı'nın kalbi. Ama uzun zamandır kimse içeri girmemişti."

Elif’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir periyle konuşuyordu!

"Peki neden beni seçti?"

Lira bir süre düşündü, sonra gülümsedi.

"Çünkü senin kalbin merakla değil, cesaretle dolu. Burası sadece saf kalplilere açılır."

Elif, bahçenin derinliklerine doğru yürürken birden uzaktan gelen hüzünlü bir ses duydu. Rüzgârla taşınan bu ses ağlayan bir çocuğa benziyordu.

"Bu da ne?"

"O, Yeşil Kapı'nın sırrı," dedi Lira. "Kayıp Çiçek."

Lira, Elif’e anlatmaya başladı. Bir zamanlar bu bahçede Binrenk Çiçeği adında bir bitki yaşarmış. Her gün farklı renkte açar, bahçeye hayat verirmiş. Ama bir gün Kara Gölgeler denilen yaratıklar gelip çiçeği çalmışlar. Bahçe o günden beri yarım kalmış. Yeşil Kapı da dış dünyaya kapanmış.

Elif derin bir nefes aldı.

"O çiçeği bulmalıyım."

"Ama tehlikeli olur. Gölgeler, karanlık ormanda yaşar. Oraya giden geri dönmez."

Elif’in gözlerinde bir ışık belirdi.

"Ben dönerim. Çünkü burayı tekrar eski haline getirmek istiyorum."

Lira gülümsedi. Kanatlarını çırptı ve bir avuç parıltı Elif’in ellerine düştü.

"Bu ışıltılar seni koruyacak. Ama dikkat et, korkarsan ışık söner."

Elif başını salladı, yola koyuldu.

Yeşil Kapı’nın bahçesinden çıkınca hava bir anda değişti. Ağaçlar sıklaştı, gökyüzü karardı. Her adımda bir hışırtı, bir fısıltı duyuluyordu. Elif elindeki ışığı sıkıca tuttu.

"Korkmuyorum..." dedi ama sesi titriyordu.

Bir anda bir gölge önünde belirdi. Kocaman siyah gözleriyle ona baktı.

"Buraya kim gelir?" diye kükredi gölge.

"Ben Elif’im! Binrenk Çiçeği’ni arıyorum!"

Gölge kahkaha attı.

"O çiçek artık bizim! Biz karanlıktan doğduk, ışığa dönmeyiz!"

Elif cesaretle geri adım atmadı.

"Ama siz karanlıkta kaldığınız için güzelliği unuttunuz!"

Bu sözler gölgeyi öfkelendirdi. Etrafı karardı, rüzgâr uğuldadı. Elif ellerini kaldırdı, Lira’nın verdiği parıltıları hatırladı. Gözlerini kapattı ve kalbinden bir dilek diledi:

"Işık, beni koru!"

Aniden elindeki parıltılar güçlü bir ışığa dönüştü. Gölge bir çığlık attı ve dağıldı. Sessizlik çöktü. Elif derin bir nefes aldı.

Işığın ardından bir şey parladı. Küçük bir tohum yere düştü. Elif eğildi ve onu avucuna aldı. Tohum sıcaktı, kalp atışı gibi titreşiyordu.

"Sen olmalısın... Binrenk Çiçeği’nin kalbi."

Tohumu özenle bahçeye geri getirdi. Lira onu görünce sevinçle uçtu.

"Başardın Elif! Ama onu yeniden açtırmak için bir şey eksik..."

"Nedir?"

"İnanç."

Elif gözlerini kapadı, kalbinden gelen tüm sevgiyi, umudu, cesareti o küçük tohuma aktardı. Bir anda bahçe sarsıldı, toprak çatladı ve içinden devasa, rengârenk bir çiçek yükseldi. Her yaprağı başka bir tondaydı; kırmızı umut, mavi huzur, sarı neşe, yeşil cesaretti.

Bahçe yeniden ışıldadı. Kuşlar şarkı söyledi, su kaynakları fışkırdı.

Lira, Elif’in omzuna kondu.

"Yeşil Kapı yeniden nefes aldı. Artık dünya ile bağımız açık."

Elif gülümsedi ama bir yandan da içi buruktu.

"Ben şimdi dönmek zorundayım, değil mi?"

"Evet," dedi Lira. "Ama unutma, Yeşil Kapı senin kalbinde kaldı. Ne zaman inancın zayıflarsa, gözlerini kapat ve burayı hatırla."

Elif bir ışık selinin içinde gözlerini kapadı. Gözlerini yeniden açtığında kendi odasındaydı. Sabah güneşi pencereye vuruyordu. Feneri hâlâ elindeydi. Ama bir fark vardı: avuçlarının içinde küçük, parlayan yeşil bir yaprak vardı.

Annesi odaya girdi.

"Elif, seni rüyanda konuşurken duydum. Ne kadar huzurlu görünüyordun."

Elif gülümsedi.

"Anne... bazen bir kapı, sadece kapı değildir."

O günden sonra Elif, kasabanın en neşeli kızı oldu. Ne zaman biri korksa ya da umudunu yitirse, Elif gülümseyerek şöyle derdi:

"Yeşil Kapı’yı hatırla. Her şeyin içinde biraz ışık vardır."

Ve her gece, penceresinden karşıdaki eski eve baktığında o kapının hafifçe parladığını görürdü. Sanki hâlâ onu izliyor, koruyordu.

Yazıyı Paylaş: