Obur Tavşan Masalı

Mine Kaya 98 Okuma Süresi: 6 dk Okul Öncesi Masallar
Obur Tavşan Masalı

Güneşin sabah ışıkları ormanın kıyısından içeri süzülürken, çimenler arasında minik patileriyle zıplamaya çalışan bir tavşan vardı: adı Toprak. Bu tavşan, diğerlerinden farklıydı. Gözleri sürekli bir şeyler arar gibi etrafta dolaşıyor, burnu durmadan kımıldıyor ve karnı… karnı hiç doymuyordu. Bu yüzden ormanda herkes ona “Obur Tavşan” diyordu.

O sabah, Toprak daha güne başlarken bile karnı guruldamaya başlamıştı.

“Amanın… yine acıktım!” diye söylendi kendi kendine.
“Daha yeni uyandım, nasıl olur da aç olurum?”

Kucağında taşıdığı küçük sepetiyle ormanın içine doğru ilerledi. Çilek bahçesi, böğürtlen çalılıkları, havuç tarlası… Aklında tek bir şey vardı: yemek.

Fakat ormanın diğer canlıları bazen bu oburluktan şikayet ediyordu. Çünkü Toprak bazen paylaşımları unutuyor, bazen başkalarının emeğini habersizce mideye indiriyordu.

Toprak ilk olarak sincap Meral’in cevize benzeyen tatlı kabuklu meyvelerini sakladığı ağaca tırmandı. Tabii tavşan tırmanamazdı ama zıplamak konusunda ustaydı.

“Meral! Tatlı kabuklularından biraz alabilir miyim?”
Meral aşağıya doğru sarktı, gözlerinde hafif bir şüphe vardı.
“Toprak, sen dün de almıştın. Hatta üç kez!”

Toprak kulaklarını geriye kıvırıp utangaçça gülümsedi.
“Ben… şey… yine çok acıktım.”

Meral başını iki yana sallasa da dayanamadı.
“Peki ama bu son! Hem senin böyle sürekli yemen iyi değil.”

Toprak büyük bir mutlulukla birkaç meyve kaptı ve hemen oradan uzaklaştı. Fakat bu sadece başlangıçtı. Çünkü oburluk durmuyordu.

Sonra su kenarındaki yosunlu taşların arkasında marul yetiştiren kaplumbağa Kemal’e uğradı.

“Kemal! Marullar çok taze görünüyor. Tadına bakabilir miyim?”
Kaplumbağa ağır ağır başını kaldırdı.
“Toprak, bakmakla kalmıyorsun. Geçen hafta bütün marullarımı yemiştin.”

Toprak utancını gizlemek için yanaklarını şişirdi.
“Bu sefer çok az yiyeceğim, söz!”
“Sözlerine güvenmek istiyorum, ama sen söz verip verip yine her şeyi yiyorsun.”

Toprak buna üzülmüş gibi yaptı, fakat marulları görünce gözleri yeniden parıldadı.
Kemal iç çekti.
“Tamam, ama bu son.”

Tabii bu da yetersiz kaldı. Toprak ormanın dört bir yanında ne bulduysa mideye indiriyor, hala doymuyordu. Gün öğleye dönerken ormanın hayvanları rahatsız olmaya başlamıştı. Çünkü Toprak’ın oburluğu artık onların yaşamını zorluyordu.

Bir süre sonra tüm hayvanlar bir araya gelip konuşmaya karar verdi. Ortada ciddi bir sorun vardı.

Toprak’ın oburluğu.

Toprak bu sırada, çalılıkların ardında bulduğu ahududuları afiyetle yiyordu.

Tam o sırada yanına sincap Meral, kaplumbağa Kemal, tilki Duru, kirpi Baran ve daha birçok hayvan geldi.

Meral kollarını bağlayıp ciddi bir sesle sordu:

“Toprak, böyle nereye kadar?”
“Ne… ne demek istiyorsun?” diye mırıldandı Toprak, ağzı hâlâ doluydu.

Duru öne çıktı.
“Herkesin yiyeceklerini yiyorsun. Paylaşmak güzel ama sen paylaşmayı unutuyorsun.”

Baran hüzünlü bir bakışla ekledi:
“Dün kış için sakladığım böğürtlenlerin hepsini yemişsin.”

Toprak bu sözler karşısında şaşkına döndü. İçinde bir sıkıntı belirdi.
“Ben… farkında değildim… gerçekten çok acıkıyorum.”

Kemal yavaşça konuştu:
“Belki de açlığın sadece midende değildir Toprak.”

Bu söz tavşanı sersemletti.
“Nasıl yani? Açlık midede olur.”

Kemal gülümsedi.
“Bazen kalpte de olur. Belki yalnızsın, belki sıkılıyorsun, belki sevgiye açsın.”

Toprak ne diyeceğini bilemedi. Kalbinde bir sızı hissetti.
Ama o anda ormanın üzerinde garip bir ışık belirdi. Gökyüzü pembe ve altın sarısı tonlarında titreşmeye başladı.

Hayvanlar şaşkınlıkla yukarı baktı.

Ormanın bilge baykuşu Behri, dallardan süzülerek yanlarına kondu.

“Bu ışığı gördünüz mü?”
Meral heyecanla sordu:
“Nedir bu? Bir tehlike mi?”

Behri kanatlarını hafifçe açtı.
“Hayır. Bu, efsanevi Bahar Diyarı kapısının açıldığını gösterir.”

Hayvanlar bir anda sessizleşti. Çünkü Bahar Diyarı, ormanın en renkli, en neşeli, en tatlı meyvelerinin olduğu efsanevi bir yerdi… ama oraya sadece kalbi temiz olanlar gidebilirdi.

Toprak’ın kulakları dikildi.
“Orada çok yiyecek var mı?”
Behri ciddi bir sesle cevap verdi:
“Var. Ama obur olanlar oraya giremez.”

Toprak’ın suratı düştü.
“Neden? Ben sadece acıkıyorum.”

Duru başını salladı.
“Çünkü orası paylaşmayı bilenlere açılır.”

Bu söz Toprak’ın kalbinde yeni bir kapı araladı. İçinde bir şey kıpırdadı, sanki utancın yanında küçük bir umut da filizlenmişti.

“Ben… değişmek istiyorum.” dedi içten bir sesle.
“Paylaşmayı öğrenmek istiyorum. Çünkü siz olmadan… bu orman da güzel olmuyor.”

Hayvanlar birbirine baktı. Bu söz gerçek bir pişmanlık taşıyordu.

Behri yumuşadı.
“Değişmeye niyet edenler Bahar Diyarı’na girebilir. Ama önce bir sınavdan geçmen gerek.”

Toprak irkildi.
“Ne sınavı?”

Behri kanadını ormanın derinliklerine doğru uzattı.
“Kayıp Bahar Tohumunu bul. O tohumu bulan kişi sadece kendisi için değil, tüm orman için baharı getirir.”

Bütün hayvanlar heyecanlandı.
Toprak ise cesaretle öne çıktı.

“Tamam! Bulacağım. Hem de paylaşmayı öğrenerek.”

Böylece macera başladı.

Toprak ormanın derinliklerine doğru yol aldı. Ağaçlar daha sık, çimenler daha uzun ve kuşların sesi daha gizemliydi. Yolda ilk olarak yaşlı kirpi Baran’ın yardıma ihtiyacı olduğunu gördü. Baran dikenlerini temizlemeye çalışıyordu.

Toprak bir an içgüdüsüyle yanındaki elmayı yemek istedi, fakat durup düşündü.
Sonra elmayı Baran’a uzattı.

“Bunu sana vereyim. Enerjin yerine gelsin.”
Baran şaşkın gözlerle baktı.
“Toprak… gerçekten benimle paylaşıyor musun?”
“Evet. Çünkü dostluk böyle güzel.”

Baran gülümsedi.
“Teşekkür ederim. Sana küçük bir sır vereyim: Tohum gölün ötesine, rüzgarlı mağaraya doğru uçmuş olabilir.”

Toprak teşekkür edip yoluna devam etti.
Bir süre sonra gölün kenarında küçük fare Nazlı’nın sıkıntı içinde olduğunu gördü. Eliyle dökülen fındıklarını toplamaya çalışıyordu.

Toprak yine eski alışkanlığıyla fındıklara uzanacak gibi oldu… ama durdu.
Nazlı’ya yardım etti, fındıkları topladı ve sepetine yerleştirdi.

Nazlı minnetle baktı.
“Sen… bugün farklısın Toprak.”
“Değişmeye çalışıyorum.”
“O zaman rüzgarlı mağaraya giderken dikkat et. İçerisi karanlıktır ama kalbi temiz olan ışık görür.”

Bu söz Toprak’ı motive etti.
Mağaraya girince karanlık hemen çöktü. Tavşan kalbi pır pır ederek ilerledi.

Birden duvarlar hafifçe parıldamaya başladı.
Işık, Toprak’ın attığı her adımda biraz daha güçleniyordu.

Sonunda mağaranın tam ortasında parlayan bir tohum gördü.
Küçük, altın sarısı bir tohumdu.

Toprak ona yaklaştı ama aklına bir şey geldi.

“Bu tohumu sadece kendim için istiyorsam… o zaman oburluğum devam eder.”

Bu düşünce ona güç verdi.
Tohumu aldı ve ormana geri dönmeye başladı.

Orman meydanına geldiğinde tüm hayvanlar onu bekliyordu.

Toprak tohumu kaldırdı ve yüksek sesle konuştu:

“Bu tohumu sizin için buldum! Çünkü artık paylaşırsam çoğalacağını biliyorum.”

Tam o anda tohum gökyüzüne doğru yükseldi, parlak bir ışık saçtı ve tüm ormanı aydınlattı. Çiçekler açtı, meyveler büyüdü, ağaçlar taze kokular yaydı. Bahar Diyarı’nın bereketi tüm ormana yayılmıştı.

Meral mutlulukla zıpladı.
“Toprak! Sen gerçekten değiştin!”

Duru gülümsedi.
“Artık obur tavşan değilsin.”

Kemal gururla başını salladı.
“Kalbin doymuş.”

Toprak neşeyle kulaklarını salladı.

“Sizlerle paylaşınca doymak çok daha güzelmiş.”

O günden sonra ormanda herkes Toprak’ın değişimini konuştu. Toprak artık sadece yemek yiyen tavşan değil, arkadaşlarının mutluluğunu önemseyen bir dosttu.

Ve Böylece Obur Tavşan Toprak, paylaşmayı öğrenerek hem Bahar Diyarı’nı hem de kalbinin kapılarını açmış oldu.

Yazıyı Paylaş: