Üç Akıllı Keçi Masalı
Güneşin yumuşak ışıkları dağların tepesine vururken, rüzgâr çiçeklerin arasından geçip “fısıltı zamanı” dediği o sakin anı başlatmıştı. Bu dağların eteklerinde, küçük bir köyün uzağında, üç kardeş keçi yaşardı: Minik, Orta ve Koca. MasalAbi ile güzel bir masal sizleri bekliyor!
Minik; bembeyaz tüylü, meraklı gözlü, en küçük keçiydi. Orta; kahverengi benekli, biraz temkinli ama çok dikkatliydi. Koca ise üç kardeşin en büyüğüydü; güçlü, sakin ve düşünmeyi seven bir keçiydi. Herkes onları “Üç Akıllı Keçi” diye bilirdi, çünkü başları derde girse bile her defasında zeka ve dayanışma ile çözüm bulurlardı.
Bir sabah, otların üzerindeki çiy taneleri hâlâ parıldarken Minik yerinde duramıyordu.
— Abi, abi! diye zıplayarak seslendi Minik.
— Ne oldu Minik? Sabah sabah bu enerji nedir? dedi Orta, gözlerini ovuşturarak.
— Ben acıktım! Hem de çok acıktım! Bu taraftaki otlar azaldı, farkında değil misiniz?
— Farkındayız da… diye iç geçirdi Orta. — Karşı dağdaki çayırların mis gibi koktuğunu duydum, ama oraya giden köprüyü bekleyen bir trol var diyorlar…
Tam o sırada Koca ağır adımlarla yanlarına geldi.
— Yine mi trol hikâyeleri? dedi gülümseyerek.
— Hikâye değil Koca abi, gerçek diyorlar! diye atıldı Minik.
— Köye inen keçiler hep aynı şeyi anlattı, diye ekledi Orta. — Köprünün altında yaşayan huysuz, aç bir trol varmış.
Koca başını hafifçe eğip düşünceli bir sesle konuştu.
— Aç trol… aç keçiler… bol otlu bir çayır… Bu işte kesin bir çözülmesi gereken problem var.
Minik gözlerini parlatıp heyecanla:
— Gidelim abi, hem karnımız doysun hem de problemi çözelim! Biz akıllı keçiyiz sonuçta! dedi.
Orta tereddütlüydü.
— Ama ya gerçekten tehlikeliyse? Minik, sen çok küçüksün. Trol seni bir lokmada yutabilir.
— Yutamaz! diye diklendi Minik. — Çünkü… çünkü… çok hızlı koşarım!
— Hızlı koşmak her zaman çözüm olmaz, dedi Koca. — Bazen en büyük güç, en sakin düşüncedir. Ama haklısın, gitmemiz gerekiyor. Burada aç kalamayız. Sadece planlı gitmeliyiz.
Üç kardeş, küçük sürülerinden ayrılıp dereyi aşan eski taş köprüye doğru yol aldılar. Yol boyunca Minik zıplayıp şarkılar uyduruyor, Orta dikkatle etrafı dinliyor, Koca ise sessizce düşünüyor, olası tüm senaryoları kafasında tartıyordu.
Nihayet köprünün başına geldiler. Köprü eskiydi; taşlarının arasında ince otlar çıkmış, ortasından aşağıya doğru serin bir dere akıyordu. Ama köprünün altından, derin ve boğuk bir homurtu yükseldi.
— Kim geçmeye cesaret ediyoooor… diye yankılandı ses.
Minik ürküp bir adım geri çekildi.
— Duydunuz mu? Duydunuz mu? Bu kesin troll!
— Evet, bu trol, dedi Orta, yutkunarak.
— Panik yok, dedi Koca hafif kısık bir sesle. — Önce onu tanımalıyız. Ne istiyor, neden böyle huysuz… Her canlının bir sebebi vardır.
Minik fısıldadı:
— Koca abi, sen filozof keçi oldun yine…
Derken köprünün altından kocaman, yeşilimsi, burun delikleri duman çıkaran bir trol çıktı. Saçları darmadağın, giysileri eskiydi ama gözlerinde büyük bir yorgunluk vardı.
— Buradan kimse izinsiz geçemez! diye gürledi trol.
— Neden? diye sordu Orta istemsizce.
— Çünkü… çünkü… BURASI BENİM KÖPRÜM! Geçmek isteyen herkesin tadına bakarım!
Minik’in bacakları titremeye başladı.
— Tadına mı bakar? Yani… yiyecek misin? dedi, sesi incecik.
— Evet! diye homurdandı trol. — Özellikle de küçük, tombik keçileri çok severim!
Minik geri geri gitti, ama o sırada Koca araya girdi.
— Bir dakika, dedi Koca sakin bir tavırla. — Biz üç kardeş keçiyiz. Karşı tarafta, senin bile görmediğin kadar lezzetli otlarla dolu bir çayır var. Karnımız çok aç. Senin de çok aç olduğun belli. Belki… herkesin kazanacağı bir yol bulabiliriz.
Trol kaşlarını çattı.
— Ben hep kaybediyorum, hiç kazanmıyorum. Hep korkuyorlar benden. Korkunca da kaçıyorlar, ben de aç kalıyorum!
— Çünkü ilk cümlen “Sizi yerim” oluyor, diye fısıldadı Orta.
— Ne diyeyim peki? “Hoş geldiniz, buyrun çay mı içersiniz?” mi diyeyim? diye bağırdı trol.
Minik, trolün bu haline biraz acımaya başladı.
— Belki… biraz daha yumuşak konuşabilirsin, dedi çekingen bir sesle. — Mesela “Durun bakalım, bir anlaşma yapalım” diyebilirsin.
Trol şaşırdı.
— Sen… benden korkmuyor musun küçük keçi?
— Korkuyorum, hem de çok korkuyorum, dedi Minik dürüstçe. — Ama aynı zamanda acıktığını da görüyorum. Aç karnına sinirlenmek çok normal. Ben de açken sinirleniyorum.
Orta, Minik’in bu cesaretine hayranlıkla baktı.
— Koca, bir planın var, değil mi? dedi.
— Elbette var, diye gülümsedi Koca. — Dinle trol. Biz üç kardeşiz. Minik, Orta ve ben. Hepimiz karşıdaki çayıra geçmek istiyoruz. Sen bizi yersen bir defa doyarsın. Ama birlikte hareket edersek, her gün karnını doyurmanın bir yolunu bulabiliriz.
Trol merakla yaklaştı.
— Devam et…
Koca, taşın üzerine çıkıp sanki bir toplantı yapar gibi konuşmaya başladı.
— Bak, köprüden keçilerin geçmesine izin verirsen, herkes karşı çayırda otlayıp semizleşir. Sonra geri gelirler. Her gün onlarca, belki yüzlerce keçi buradan geçmek ister. Sen de onlardan köprüden geçme “ücreti” olarak biraz ot, biraz meyve istersin. Hem kimseyi yemezsin, hem herkes güvende olur, hem de sen her gün tok olursun.
Trol kaşını kaldırdı.
— Ot mu isteyeyim? Ben ot sevmem ki…
— Peki başka ne seversin? diye sordu Orta.
— Ben… ben aslında sıcak çorbayı severim, dedi trol utangaçça.
Minik’in gözleri parladı.
— Çorba mı? Annem çok güzel sebze çorbası yapar! Köylüler de yapar!
— İşte! dedi Koca. — O zaman keçiler köye uğradığında yanında bir kap çorba da getirir. Sen de karşılığında köprüyü güvende tutarsın. Kurtlar, ayılar yaklaşamaz. Sen onların “köprü koruyucusu” olursun.
“Trol” kelimesini duyduklarında herkes korkardı, ama “köprü koruyucusu” kulağa bambaşka geliyordu. Trol’ün içi ısındı.
— Kimse benden korkmaz mı o zaman?
— Biraz korkar, dedi Minik gülerek. — Çünkü çok büyük ve güçlü görünüyorsun. Ama aynı zamanda sana güvenirler. Korku değil, saygı duyarlar.
Trol derin bir iç çekti.
— Bana hiç böyle düşünmemi söyleyen olmamıştı. Hep “çirkin trol” dediler. Hiç “akıllı trol” demediler.
Orta, yere baktı.
— İnsanlar bazen tanımadan isim takarlar. Bu doğru değil ama oluyor. Biz değiştirebiliriz.
Koca son noktayı koydu.
— Ne diyorsun? Anlaştık mı? Biz şimdi karşı çayıra geçelim. Dönüşte köyden sana sıcak sebze çorbası getireceğimize söz veriyoruz. Ayrıca köylülerle konuşup seni “Köprü Koruyucusu” ilan edeceğiz.
Trol, uzun uzun düşündü. Karnı guruldamıştı. Akıllı bir anlaşma sezdi.
— Peki, dedi yavaşça. — Ama önce en küçüğün geçmesine izin vereceğim. Bakalım sözünde duracak mısınız. Küçük keçi, adın neydi?
— Minik! dedi Minik, biraz korku, biraz heyecanla.
— Tamam Minik, geç bakalım. Ama hızlı koşma, hâlâ kendime güvenmiyorum. Yanlışlıkla korkutabilirim.
Minik derin bir nefes alıp köprüde yürümeye başladı. Taşların üzerinde “tak tak tak” sesleri yankılandı. Trol, kendini tutmaya çalıştı, ama gözlerinde hafif bir titreme vardı. Minik köprünün sonuna geldiğinde dönüp el salladı.
— Başardık! diye bağırdı. — Hadi Orta!
Orta, hâlâ biraz endişeliydi.
— Koca, ya fikrini değiştirirse?
— O zaman birlikte düşünür yine bir yol buluruz, dedi Koca sakinlikle. — Ama bak gözlerine, umudu ilk kez görüyorum.
Orta, cesaretini toplayıp köprüye adım attı. Yürürken trol ona dikkatle baktı.
— Senin adın neydi?
— Orta, dedi keçi.
— Neden Orta?
— Çünkü ne en küçük ne de en büyük benim. Ortanca çocuğum, dedi gülerek.
— Ortadakiler genelde en dikkatli olanlar derler, dedi trol, şaşırtıcı bir bilgelikle.
— Belki de o yüzden bu kadar endişeliyim, diye itiraf etti Orta.
Orta da karşıya geçip Minik’in yanına geldi. İkisi de Koca’ya bakıyordu şimdi.
— Sıra sende Koca abi! diye bağırdı Minik.
— Gel bakalım büyük keçi, dedi trol. — Seninle son bir konuşma yapacağım.
Koca ağır ağır köprüye çıktı.
— Dinliyorum, Koruyucu, dedi.
— Eğer siz sözünüzü tutmazsanız… dedi trol. — Ben yine kötü, huysuz, aç trol olurum. Bunu bilerek mi konuşuyorsun?
— Bilerek, dedi Koca. — Hayatta hiçbir söz yüzde yüz garanti değil. Ama bizim kalbimiz bu sözü gerçekten vermek istiyor. Sen de içinden bak, doğru mu söylüyoruz?
Trol ilk kez bir keçinin gözlerinin içine böyle dikkatle baktı. Orada korku, ama aynı zamanda kararlılık ve merhamet gördü.
— Tamam, güveniyorum size, dedi. — Geçebilirsin.
Koca karşıya geçtiğinde Minik sevinçle zıpladı.
— Başardık! Hem de kimseyi kaybetmeden!
— Sadece kendimizi değil, trolü de kurtardık, dedi Orta.
— Henüz tam değil, dedi Koca. — Şimdi aç karnımızı doyurup sonra sözümüzü tutma zamanı.
Üçü de karşıdaki çayıra yöneldiler. Çayır, gerçekten efsanelerde anlatıldığı kadar güzeldi. Upuzun, taptaze otlar; renk renk çiçekler, hafif esen rüzgârda dans ediyordu.
Minik hemen otlara atıldı.
— Bu otlar… dünyadaki en güzel şey olabilir!
— Biraz yavaş Minik, dedi Orta gülerek. — Çorbaya da yer kalsın. Köye uğrayıp trol için çorba getirmemiz lazım.
— Haklısın, dedi Minik, ağzı ot doluyken. — Mmmm… ama çok lezzetli…
Koca, karnını biraz doyurduktan sonra ciddi bir ifadeyle konuştu.
— Tamam, şimdi planın ikinci kısmı. Köye gidiyoruz. Köylülere trolü anlatacağız ama korkutmadan. Onlara, artık köprüyü koruyan bir dostumuz olduğunu söyleyeceğiz. Karşılığında da trolle bir anlaşmaları olduğunu…
Köye vardıklarında Minik, Orta ve Koca sırayla olanları anlattılar. Köylüler önce inanamadı.
— Trol mü? Dost mu oldu? diye şaşırdılar.
— Evet, dedi Orta. — Sadece yanlış anlaşılmış. Onu hep kötü sandınız, o da kendini kötü sanmaya başladı.
— Ona sıcak sebze çorbası götürürseniz, köprüyü koruyacak, diye ekledi Koca. — Kurtları, ayıları uzak tutacak. Siz de güvenle karşıya geçebileceksiniz.
Köyün yaşlı kadını bastonuna dayanarak konuştu.
— Yıllar önce de böyleymiş… Birini “canavar” diye damgalarsan, sonunda gerçekten öyle davranmaya başlar. Belki de artık bunu değiştirme zamanı gelmiştir. Hazırlayın çorbayı!
Köylüler büyük bir tencerede mis gibi sebze çorbası yaptılar. Havuçlar, patatesler, soğanlar, biraz da baharat… Koku yolu doldurdu.
Üç kardeş Keçi, çorba dolu büyük kaba ip bağlayıp birlikte taşıyarak köprüye döndüler. Trol, uzaklardan onları görünce bir an panikledi.
— Geri geldiler… Ya sözlerini tutmazlarsa? Ya dalga geçerlerse? diye içinden geçirdi.
Ama yanlarına geldiklerinde Minik hemen bağırdı:
— Koruyucu! Sana çorba getirdik! Sözümüzü tuttuk!
— Mis gibi kokuyor, dedi Orta.
— Köylülerle de konuştuk, dedi Koca. — Artık seni tanıyorlar. Korkulan bir trol değil, köprünün koruyucusu olarak.
Trol’ün gözleri doldu. Kocaman parmaklarıyla çorba kabını aldı.
— Ben… ben böyle hissetmeyi unutmuştum, dedi kısık bir sesle.
— Nasıl hissetmeyi? diye sordu Minik.
— Önemli, değerli ve… tok hissedebilmeyi, diye cevapladı trol.
Çorbayı içti, içtikçe yüzü yumuşadı.
— Çok güzel. Karnım doydu. Ama sadece karnım değil… içim de ısındı.
O günden sonra köprünün tabelası değiştirildi. Eski, paslı “Dikkat! Trol!” yazılı levha sökülüp yerine yeni bir tabela asıldı: “KÖPRÜ KORUYUCUSU GÖZETİMİNDE GÜVENLİ GEÇİŞ”.
Üç akıllı keçi, her gün çayıra gidip otladı. Dönüşte bazen trol ile sohbet ettiler.
— Bugün nasılsın Koruyucu? diye sorardı Orta.
— Bugün, dünkü benden biraz daha iyiyim, derdi trol.
— Biz de öyleyiz, derdi Koca. — Çünkü her gün biraz daha öğreniyoruz.
Minik ise trolün dizlerine zıplayıp dururdu.
— Bir gün bana da köprü koruma taktikleri öğretir misin?
— Elbette, derdi trol gülerek. — Ama önce otları bitirmeden yemeyi öğrenmelisin.
Ve dağların üzerinde rüzgâr her estiğinde, çayın sesiyle karışan başka sesler de duyulur oldu: Bir trolün kahkahası, üç keçinin neşeli sohbeti, köylülerin güven dolu adımları…
Üç akıllı keçi, bir köprüyü sadece geçmediler; bir kalbi de karşı kıyıya taşıdılar. Ve çocuklar, bu masalı duyduklarında şunu öğrendi:
Bazen en büyük güç, boynuzlarda değil; birlikte düşünmekte, sözünde durmakta ve kimsenin “canavar” diye bırakılmamasındadır.