Uçan Sandık Masalı
Gökyüzünü mesken tutan nesneler genelde kuşlar olur, balonlar olur, belki biraz cesaretli rüzgârlar… ama bir sandığın havalanması her çocuğun aklına kolay kolay gelmez. Bir masal diyarında bile bu olay biraz tuhaf kaçardı. Tam da bu tuhaflık yüzünden, “uçan sandık” hikâyeleri o ülkenin bütün çocukları arasında gizli gizli fısıldanırdı. Kimi buna inanır, kimi de “yok canım, sandık uçar mı?” diyerek geçiştirirdi. Gel gelelim bizim kahramanımız, meraklı ve yürekli küçük Elif, bu söylentilerin peşinden koşmayı aklına koymuştu.
Elif, geniş avlulu, eski taş evlerin sıralandığı Güney Yokuşu’nda yaşayan bir çocuktu. Evleri biraz eskiydi, duvarları çatlaktı ama içi hep sıcak olurdu. Annesi çok çalışkandı, babası günün yarısını marangozhanede geçirirdi. Elif ise boş zamanlarında merakını besleyecek bir şey bulur, sokak sokak dolaşır, bazen de dedesinin anlattığı hikâyeleri düşünür dururdu. Bir gün, dedesinin anlattığı o efsanevi “uçan sandık” masalını hatırladı. İçinde kimsenin ne olduğunu bilmediği bir sandık… Gökyüzüne doğru bir kuş gibi süzülen bir sandık… Ve onu bulan kişinin büyük bir sırrı öğrenmesi…
Elif, bu hikâyeyi tekrar tekrar kafasında döndürürken kendi kendine mırıldandı.
— Keşke gerçekten var olsa… Keşke bir gün ben de görebilsem…
O sırada pencereden hafif bir rüzgâr girdi. Sanki biri kulağına “neden aramıyorsun?” der gibi bir dokunuş yaptı. Elif’in gözleri parladı. Cesaret tam da böyle bir şeydi. İnsan bazen kendi sesini duyar, bazen de rüzgârın fısıltısıyla harekete geçerdi.
Elif, ertesi sabah babasının marangozhanesine gitti. Tahtaların kokusu, talaşın yumuşak sarılığı… Her şey ona hep ilham verirdi. Babası bir sandığın kapağını düzeltmekle meşguldü.
— Baba, sence sandıkların bazıları uçabilir mi?
Babası hafifçe güldü.
— Uçmak mı? Sandıklar uçamaz yavrum, tahtadır onlar. Kuş değiller ki.
Elif biraz bozuldu ama pes etmedi.
— Ama diyelim ki bir sandık çok eski… İçinde gizemli bir şey var… Belki büyülü bir şey… O zaman uçabilir mi?
Babası bu kez düşünerek cevap verdi.
— Masallarda olur. Gerçek hayatta… bilmem. Ama merak etmek, güzel. Merak edersen yeni şeyler keşfedersin.
İşte bu cümle Elif’e yetti. Merak ediyorsa, demek ki adım atmalıydı. Babasının söyledikleri ona yol göstermişti.
Ertesi gün, mahalledeki kullanılmayan eski depoyu araştırmaya karar verdi. Bir zamanlar burada evlerin eski eşyaları tutulurdu ama kimse uzun zamandır dokunmamıştı. Kapısı gıcırdayarak açıldığında içeriye güneşten kaçan bir sessizlik doldu. Elif adımlarını yavaşlattı. İçeride farklı boyutlarda sandıklar, eski halılar, kırık lambalar… raflar dolusu anı vardı.
Tozlu bir köşede, diğerlerinden daha ağır görünen koyu kahverengi bir sandık dikkatini çekti. Üstünde solmuş çiviler vardı, etrafını ince bir desen çevreliyordu. Sanki biri çok eski bir dili işaret etmişti üzerine.
Elif sandığa yaklaştı. Parmaklarıyla üzerindeki motiflere dokundu. Hafifçe itince sandık kendi kendine titredi. Elif şaşkınlıkla geriye çekildi.
— Ne oluyor böyle? Sen… canlı mısın yoksa?
Birden sandık kapak kısmından hafif bir ses çıkardı. Tıpkı biri içeriden nefes alıyormuş gibi. Elif ürktü ama merak ağır bastı.
— Eğer gerçekten büyülüysen… kendini göster!
Sandık, sanki bu cümlayı bekliyordu. Zemin önce hafifçe sallandı, sonra sandığın dört köşesinden yumuşak bir ışık yükseldi. Elif donup kaldı. Kapağı yavaşça açıldı ve sandığın alt kısmından küçük kanat gibi iki tahta parçası çıktı. Ardından sandık yerden havalanmaya başladı.
O an, Elif’in kalbi heyecandan sanki göğsünü çatlatacakmış gibi çarptı.
— İnanamıyorum! Gerçekmiş… Gerçekten uçuyorsun!
Sandık, ona hafifçe yaklaşarak sanki selam verdi. Elif cesaretini topladı.
— Eğer beni duyuyorsan… beni de yanında götürür müsün?
Sandık yavaşça hareket etti ve kapağını genişçe açtı. Ona adeta “gel” der gibiydi.
Elif içine tırmandı. Oturduğu anda sandık hızla yükselmeye başladı. Tozlu depo, dar sokaklar, evlerinin çatıları… hepsi aşağıda kaldı. Sandık gökyüzüne doğru yükseliyor, rüzgâr Elif’in saçlarını dans ettiriyordu.
— Bu… bu muhteşem!
Sandık hafifçe bir sağa, bir sola süzüldü. Sanki şehrin her köşesini ona göstermek istiyordu. Ardından rotayı daha da uzaklara çevirdi. Şehir küçüldü, dağlar belirdi. Bir süre sonra Elif’in daha önce hiç görmediği bir ormanın üzerinde durdular.
— Burayı bilmiyorum… Beni neden buraya getirdin?
Sandık yere indi. Elif etrafına bakındı. Ağaçların arasında bir ışık huzmesi vardı. Sanki yolu işaret ediyordu. Elif, sandığa dönüp konuştu.
— Sen burada beni bekle, olur mu?
Sandık hafifçe “tok” sesi çıkararak kapağını kapadı. Bu onun “tamam” demesi gibiydi.
Elif ışığa doğru yürümeye başladı. Gittikçe ağaçlar seyrekleşti ve ortada küçük bir göl belirdi. Gölün yüzeyi neredeyse ayna kadar sakin ve parlaktı. Gölün üzerinde narin kanatlı bir peri süzülüyordu.
Peri Elif’i fark edince yumuşak bir sesle konuştu.
— Hoş geldin, küçük yolcu. Seni buraya uçan sandık getirdi, öyle değil mi?
Elif şaşkınlıkla başını salladı.
— Evet… ama nasıl biliyorsun?
Peri hafifçe gülümsedi.
— O sandık sıradan bir sandık değil. Yüreği temiz ve merak dolu çocukları seçer. Çünkü onun görevi, cesur kalplere bir şey öğretmektir.
Elif merakla eğildi.
— Ne öğretmek?
Peri gölün üzerine hafifçe dokundu. Suyun yüzeyinde bir yansıma belirdi: Elif, sandığın içinde uçarken gözleri ışıltılarla parlıyordu.
— Sana kendine güvenmeyi öğretmek. Merakın seni buraya getirdi. Cesaretin seni yola çıkardı. Ve kalbin… kalbin seni doğru yere ulaştırdı. Sen artık kendi yolunu bulabilecek yaştasın.
Elif’in gözleri doldu.
— Ama ben sadece uçan sandığı görmek istemiştim…
— İsteklerin seni büyütür. Soruların seni ileri taşır. Unutma, dünya senin hayal ettiğinden daha geniş.
Peri bir anda ışıltıya dönüşerek göle karıştı. Elif şaşkınlıkla etrafta dolaştı ama ortalık yine sessizleşmişti. Bu konuşma gerçek miydi, yoksa gölün yaptığı bir oyun muydu, kestiremedi.
Elif sandığa geri döndü. Sandık bu defa çok daha hafif görünüyordu.
— Hadi… beni eve götürür müsün?
Sandık havalandı ve denildiğini yaptı. Yol boyunca Elif, perinin sözlerini düşündü. Cesaret, merak, kalp… Bunların bir çocuğun taşıyabileceği en büyük hazineler olduğunu anlamıştı.
Eve vardığında sandık yavaşça yere indi. Elif dışarı çıktı.
— Seni unutmayacağım. İstersen yine gel, olur mu?
Sandık hafifçe bir ses çıkarıp gökyüzüne doğru süzüldü. Ardından bir yıldız gibi parlayıp uzaklaştı.
Elif o günden sonra daha meraklı, daha araştırmacı bir çocuk oldu. Çünkü artık biliyordu: Eğer insan kalbinde cesareti taşıyorsa, en sıradan görünen sandık bile onu gökyüzüne kadar götürebilirdi.
Ve bazen… geceleri penceresinin önünde hafif bir rüzgâr estiğinde, uzaklardan gelen bir “tok” sesi duyar gibiydi. Belki de uçan sandık onu yine bir maceraya çağırıyordu.