Sihirli Balon Masalı
Kasabanın en ucunda, rüzgârın bile “burada biraz yavaşlayayım” dediği bir sokakta, kırmızı çatılı küçük bir ev vardı. O evde, merakla uyanıp merakla uyuyan bir çocuk yaşardı: Efe. Efe’nin en sevdiği şey, gökyüzüne bakıp “acaba bulutların içi pamuk gibi mi?” diye düşünmekti. Ama son günlerde Efe’nin gökyüzüne bakarken içi biraz burkuluyordu; çünkü annesi ve babası çok yoruluyor, evde konuşmalar kısalıyor, gülüşmeler gecikiyordu.
Bir akşam, Efe penceresinin önünde otururken elindeki eski dürbünü çevirdi. Sokağın başındaki yaşlı çınarın dibinde bir ışık gördü. Işık, sanki bir ateş böceği gibi titriyor ama ateş böceklerinden çok daha sabit duruyordu. Efe, kalbi “tak tak tak” diye hızlanınca, sessizce montunu giyip dışarı çıktı.
Çınarın dibinde, ipek gibi parlayan bir balon duruyordu. Ne kırmızıydı, ne mavi… Sanki gökkuşağının en gizli rengiyle boyanmıştı. İpi yoktu. Toprağa değmiyordu. Yine de uçmuyordu. Efe elini uzatınca balon hafifçe yana kaydı, sanki “önce kibarca merhaba de” der gibi.
Tam o sırada balonun üzerinde minik bir kapak açıldı; içinden bir kâğıt çıktı ve yere süzüldü. Kâğıtta kıvrımlı, komik bir yazı vardı:
“Ben Sihirli Balonum. Sahibini kalbiyle seçerim. Eğer beni şişirirsen, seni ‘İç Sesler Bahçesi’ne götürürüm. Ama bir şartım var: Duygularını saklamayacaksın.”
Efe’nin ağzı açık kaldı. Kâğıdı iki kez okudu. Sonra fısıldadı:
— Sen… gerçekten konuşuyor musun?
Balon, hafifçe “pof” diye titreşti. Üzerinde iki küçük nokta belirdi; sanki göz gibi. Ardından minik bir çizgi oluştu; sanki gülümseme.
— Konuşurum. Ama bazen konuşmadan da anlatırım, der gibi bir sıcaklık yayıldı etrafa. Efe bunu “duydu” ama kulağıyla değil; göğsünün içinde.
Efe, heyecanını yutkunarak bastırdı.
— Peki… seni nasıl şişireceğim? Pompa yok.
Balon, yere düşen kâğıdın arkasını gösterir gibi bir kıpırtı yaptı. Efe kâğıdı çevirdi. Arkasında tek bir cümle yazıyordu:
“Derin bir nefes al. En gizli duygunu düşün. Sonra üfle.”
Efe derin bir nefes aldı. İçinde sakladığı bir duyguyu düşündü: “Bazen kimse beni duymuyor gibi geliyor.” Bu düşünce, boğazına küçük bir düğüm gibi oturdu. Yine de eğildi ve balona üfledi.
Balon bir anda büyüdü. Ama bildiğimiz gibi değil… Şiştikçe parladı, parladıkça etrafında incecik bir kapı çizgisi belirdi. Balonun yüzünde bir cümle oluştu:
“Hazır mısın?”
Efe’nin dizleri titredi ama merakı korkusunu geçti.
— Hazırım… sanırım.
Balonun üzerindeki kapı “çıt” diye açıldı. İçeriden pamuk kokusu gibi bir koku geldi. Efe, sanki bir masal kitabının sayfasına adım atar gibi içeri girdi.
Bir anda kendini bambaşka bir yerde buldu: Gökyüzü, açık mavi değil, yumuşacık bir turkuazdı. Ağaçların yaprakları kalp şeklindeydi. Kuşlar ötmek yerine hafifçe “şşş” diye ninni söylüyordu. Yollar, taş değil; küçük küçük gülüşmelerle döşenmiş gibiydi.
Balon Efe’nin yanında süzüldü. Artık daha büyüktü; Efe’nin boyundan biraz daha uzun. Yüzündeki gülümseme netleşmişti.
— Burası ‘İç Sesler Bahçesi’. Burada herkesin içindeki duygular görünür olur, dedi balon. — Ama korkma. Duygular kötü değildir. Sadece anlatılmak ister.
Efe yürürken bir çiçeğin yapraklarında minik yazılar gördü: “Kıskançlık”, “Neşe”, “Özlem”, “Gurur”, “Korku”…
Birden, yolun kenarında minik bir taş gördü. Taş, ağlıyordu. Evet, taş! Üstelik gözleri vardı. Efe gözlerini ovuşturdu.
— Taşlar ağlar mı?
Balon, sanki omuz silker gibi yuvarlandı.
— Burada ağlar. Çünkü burada saklanmak yok.
Efe taşın yanına çömeldi.
— Neden ağlıyorsun?
Taşın sesi incecikti.
— Çünkü… beni kimse fark etmiyor. Herkes üstümden atlıyor. Ben de ‘değersizim’ sanıyorum.
Efe taşın yanına eliyle küçük bir çukur yaptı, taşı o çukura koydu; böylece daha görünür oldu.
— Ben seni fark ettim. Ayrıca değersiz olsaydın, burada konuşmazdın.
Taş, bir an durdu. Sonra gözyaşları durdu ve yüzüne minicik bir gülümseme geldi.
— Teşekkür ederim… Adım “Kırgınlık”.
Efe şaşırdı.
— Taşın adı… Kırgınlık mı?
— Evet, dedi taş. — Çünkü kırgınlık bazen taş gibi ağır olur. Ama biri fark edince hafifler.
Balon, Efe’nin kulağına doğru yaklaşmış gibi yaptı.
— İyi gidiyorsun, dedi. — Şimdi kendi içindeki taşları da fark edeceksin.
Efe yürümeye devam etti. Bahçenin ortasında dev bir salıncak vardı; salıncağın ipleri gökkuşağıydı. Salıncakta bir çocuk oturuyordu. Ama bu çocuk Efe’ye çok benziyordu. Saçları aynı, kaşları aynı… Sadece gözleri daha yorgundu.
Efe adım atarken kalbi ürperdi.
— Sen… benim misin?
Salıncaktaki çocuk başını kaldırdı ve iç çekti.
— Ben senin “İçindeki Efe”yim. Ben, söyleyemediklerinim.
Efe yavaşça yaklaştı.
— Neyi söyleyemedim?
İçindeki Efe salıncağı hafifçe itti; gıcırdadı.
— Bazen korktuğunu. Bazen kırıldığını. Bazen de… ailenin yorgunluğundan kendini suçlu hissettiğini.
Efe’nin gözleri doldu.
— Ben suçlu değilim… değil mi?
İçindeki Efe, gözlerini kaçırdı.
— Bunu biliyorsun. Ama kalbin bazen saçma şeyler fısıldar. Kalp de yorulur.
Balon araya girdi:
— Kalbin saçmalaması, onun bozuk olduğu anlamına gelmez. Bazen kalp sadece “beni dinle” der.
Efe, salıncağın yanına oturdu. İçindeki Efe’ye bakarken sanki aynaya değil de bir arkadaşına bakıyordu.
— Peki ne yapmalıyım?
İçindeki Efe, dudaklarını büzdü.
— Konuşmalısın. “Ben böyle hissediyorum” demelisin. “Korktum” demelisin. “Özledim” demelisin. Ama bağırmadan. Saklanmadan.
Efe başını eğdi.
— Ya kimse anlamazsa?
İçindeki Efe gülümsedi; bu gülümseme hem tatlı hem hüzünlüydü.
— Anlamazlarsa bile, sen kendini daha iyi anlarsın. Bu bile büyük bir şey.
O sırada bahçenin uzak köşesinden garip bir ses geldi: “Pısss! Pıssss!”
Efe dönüp baktı. Kocaman bir gölge, bir ağacın arkasında saklanıyordu. Gölge, sanki duman gibi kıvrılıyordu.
Balonun yüzü ciddileşti.
— İşte o da ‘Şişirilmemiş Korku’.
Efe yutkundu.
— Şişirilmemiş… korku mu?
— Evet, dedi balon. — Korku konuşulmazsa büyür, ama şekli belirsiz kalır. Şekli belirsiz şeyler daha korkutucu olur.
Gölge, yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Her adımında sanki hava soğuyordu. Efe’nin elleri terledi.
— Ben… ondan kaçmak istiyorum.
Balon sakin kaldı.
— Kaçabilirsin. Ama o da seninle gelir. Çünkü o senin içinde.
Efe’nin gözleri doldu. İçindeki Efe salıncaktan indi ve Efe’nin yanına geldi.
— Onu isimlendir, dedi. — Korkunun adı ne?
Efe bir süre düşündü. Sonra fısıldadı:
— Annemle babamın bir gün… gülmeyi unutmasından korkuyorum. Evimizin sessizleşmesinden korkuyorum. Benim de… onların yükü olmamdan korkuyorum.
Gölge bir anda durdu. Sanki duyduğu şey onu şaşırtmıştı.
Balon yavaşça Efe’nin önüne geçti.
— Şimdi şişir.
— Nasıl?
— Korkunu saklamadan bir nefes daha ver. Ama bu kez kaçmak için değil… anlatmak için.
Efe derin bir nefes aldı. Korkusunu düşündü, sonra balona üfledi. Balon parladı. Gölgede bir değişim oldu: Duman gibi değil, bir şekle dönüştü. Minik bir bulut… Hem de yağmur taşıyan bir bulut.
Bulutun gözleri vardı. Utangaçtı.
— Ben… Korku’yum, dedi bulut. — Ama ben kötü değilim. Ben sadece “dikkat et” derim. Beni dinlersen, daha sağlam olursun. Ama beni saklarsan, seni boğarım.
Efe şaşkınlıkla baktı.
— Yani… sen benim düşmanım değilsin?
Bulut başını salladı.
— Değilim. Ben senin alarmım. Ama alarmı sürekli çaldırırsan herkes yorulur.
Balon kıkırdar gibi titreşti.
— İşte! Korku şekil bulunca küçülür.
Bulut yavaşça gökyüzüne yükseldi. Yağmur damlaları dökmedi; sadece minik minik serinlik bıraktı. Efe’nin içi rahatladı.
Bahçenin ilerisine doğru yürüdüler. Bir köprüye geldiler. Köprünün altında bir nehir akıyordu; ama su değil, anılar akıyordu. Nehirden geçen görüntülerde Efe’nin bebekliği, annesinin onu sallayışı, babasının ona bisiklet sürmeyi öğretmesi vardı. Efe’nin boğazı düğümlendi.
— Bunları özledim… dedi.
Balonun yüzü yumuşadı.
— Özlem, sevginin izidir. İzi olan şey kaybolmamıştır.
Efe gözlerini kırpıştırdı.
— Ama eskisi gibi değil.
— Çünkü zaman, her şeyi aynı bırakmaz, dedi balon. — Ama aynı kalmayan şeyler de sevilebilir. Yeni bir gülüş şekli bulunur. Yeni bir “iyi geceler” sözü bulunur.
Köprünün tam ortasında bir sandık vardı. Sandık üzerinde bir yazı: “Söylenmemiş Sözler”.
Efe sandığın kapağını açtı. İçinden küçük baloncuklar çıktı. Her baloncuk bir cümleydi. Uçarak etrafa yayıldılar:
“Ben de yoruldum.”
“Bazen yalnız hissediyorum.”
“Size sarılmak istiyorum.”
“Beni duyuyor musunuz?”
Efe’nin gözleri doldu.
— Bunlar benim… içimde tuttuğum şeyler.
Balon ciddileşti.
— Şimdi en önemlisi: Bu sözleri gerçek dünyaya götürebilecek misin?
Efe derin bir nefes aldı.
— Evet… ama korkuyorum.
Balon, Efe’nin eline doğru yaklaştı. İpliği yoktu ama sanki görünmez bir ip uzattı. Efe onu tuttuğunu “hissetti”.
— Korkarak konuşmak da konuşmaktır, dedi balon. — Cesaret, korkunun yokluğu değildir. Cesaret, korkuyla birlikte yürümektir.
Tam o sırada bahçenin rengi değişti. Turkuaz gökyüzü yavaşça soldu, kalp yapraklar normale döndü. Balonun üzerindeki kapı yeniden belirdi.
— Dönme zamanı, dedi balon. — Ama bir hatıra bırakacağım.
Balonun yüzünden küçük bir parıltı koptu ve Efe’nin avucuna düştü: Minik bir balon şekilli rozet. Üzerinde tek kelime yazıyordu: “Anlat”.
Efe kapıdan geçti. Bir anda yine çınarın dibindeydi. Geceydi, ama eskisinden daha aydınlık gibiydi.
Efe eve koştu. Salona girdiğinde annesi koltukta oturmuş, gözlerini dinlendiriyordu. Babası mutfakta su içiyordu. Efe durdu, yutkundu. Rozeti avucunun içinde sıktı.
— Anne… baba… size bir şey söylemek istiyorum.
Annesi hemen doğruldu.
— Tabii canım, ne oldu?
Babası da yaklaştı.
— Bir şey mi var Efe?
Efe’nin sesi titredi ama kaçmadı.
— Bazen… sizi yorgun görünce korkuyorum. Evimiz sessizleşecek diye korkuyorum. Bir de… ben yük oluyorum sanıyorum.
O an oda çok sessiz oldu. Efe’nin kalbi “pıt pıt pıt” diye bağırıyordu sanki.
Annesinin gözleri doldu. Yanına geldi, Efe’yi sarıldı.
— Canım benim… sen yük değilsin. Sen bizim en güzel şeyimizsin.
Babası da diz çöktü, Efe’nin göz hizasına geldi.
— Yoruluyoruz, doğru. Ama bu senin yüzünden değil. Hayat bazen bizi koşturuyor. Biz de bazen gülmeyi unutuyoruz… ama unutmak istemiyoruz.
Efe’nin gözünden yaş aktı.
— Ben de… size sarılmak istedim. Ama söyleyemedim.
Annesi gülümsedi; gülümsemesi yorgun ama gerçekti.
— Söylemen yeter. Hadi gel, üçümüz sarılalım.
Babası kollarını açtı.
— Bu ev sessizleşirse, biz yeniden ses buluruz. Birlikte.
Efe o an, içindeki düğümün çözülmeye başladığını hissetti. Sanki göğsünde küçük bir balon şişti ama bu kez korkudan değil; sıcaklıktan.
Gece ilerledi. Efe yatağına yattığında pencereye baktı. Çınarın olduğu tarafa doğru… Orada, çok uzakta, gökyüzünde minik bir parıltı gördü. Balon değildi belki. Belki yıldızdı. Belki ikisi de aynı şeydi: “İçindeki sesi dinlersen, gökyüzü biraz daha yakın olur.”
Efe gözlerini kapatırken fısıldadı:
— Teşekkür ederim, sihirli balon.
Ve sanki rüzgâr cevap verdi:
— Her zaman buradayım. Çünkü sen anlatmayı öğrendin.