Rapunzel Masalı

Mine Kaya 472 Okuma Süresi: 5 dk Masal Oku
Rapunzel Masalı

Gökyüzünün yıldızlarla çivilendiği o eski zamanlarda, insanların kalbine hem umut hem de merak eken uzun saçlı bir kız yaşardı. Rapunzel’in hikâyesi çok anlatıldı, fakat bu anlatılanlar rüzgâr gibi değişirdi. Burada okuyacağınız masal ise onun daha önce duyulmamış, kalbinize hafifçe dokunan yeni bir serüveni. MasalAbi farkıyla sizlerle!

Rapunzel’in saçları altın gibi parlıyor, fakat ruhu zaman zaman kararıyordu. Yalnızlık, bir kuş gibi omzuna konmaktan vazgeçmiyordu. Kule yüksek, gökyüzü uzak, umut ise bazen ince bir ip gibiydi.

Bir sabah gözlerini açar açmaz hafif bir ses duydu. Kuleden değil… sanki içinden geliyordu.

“Rapunzel… dışarıdaki dünya sandığından daha sıcak.”

Rapunzel irkildi. Kalbine dokunan bu fısıltı rüyaymış gibi geldi ama uyanıktı.

“Kim konuşuyor? Benimle kim konuşabilir ki?”

Cevap geldi, yine içten ve tanıdık.

“Ben saçlarının içindeki ışık. Gölgeler seni susturamaz.”

Rapunzel şaşkındı. Çocukluğunda annesi ona bir efsane anlatmıştı: “Bir gün kalbin yeterince büyürse, ışığın seninle konuşur.” Belki o gündü.

O sırada kulenin altında, ormanın yumuşak gölgesinde bir delikanlı yürüyordu. Adı Arven’di. Doğanın sesini dinlemeyi seven, her yaprağın hikâyesini merak eden bir gezgin. Yolunu tamamen rastlantı gibi görünen bir şey değiştirdi: Rapunzel’in şarkısına benzeyen ince bir melodi.

“Bu ses… bu ses bir yamaçtan değil, bir kalpten geliyor.”

Kulenin önüne geldiğinde yukarı baktı. Rapunzel, Arven’i fark etti; onun gözlerinde korku değil, bir sıcaklık vardı.

Rapunzel kendini tutamadı.

“Oradaki! Sen de kimsin? Bu kuleye niye bakıyorsun?”

Arven eliyle selam verdi.

“Ben Arven. Yolcuyum. Ama sesin… beni buraya çağırdı sanki.”

Rapunzel’in kalbi tedirginlikle hızlandı.

“Burası güvenli bir yer değil. Gitmelisin…”

“Sesin bile beni geri çevirmiyor ki. Gitmek istemiyorum.”

Rapunzel utanarak başını çevirdi. Kulede bugüne kadar kimse ona böyle samimi konuşmamıştı.

Rapunzel yıllarca Gölgeler Cadısı tarafından saklanmıştı. Ona dünya kötülük doluymuş gibi gösterilmişti. Oysa dünyanın kötülüğü kadar iyiliği de vardı ve cadı bunu istemiyordu.

Akşam olduğunda cadı geldiyse, Rapunzel hemen Arven’i uyarmalıydı.

“Buradan uzaklaşmalısın! Cadı seni görürse zarar verir.”

Arven kararlı bir ifadeyle cevap verdi.

“O zaman saklanırım. Ama seni bu kuleden kurtarmadan buradan ayrılmam.”

Rapunzel ürperdi. Bu cümlenin sıcaklığı ona uzun zamandır unuttuğu bir şeyi hatırlattı: cesareti.

O gece cadı, kulenin penceresinden içeri süzüldü. Gözleri her zamanki gibi soğuktu.

“Rapunzel, dışarıda bir yabancının dolaştığını hissettim. Bana bir şey söylemek ister misin?”

Rapunzel derin bir nefes aldı. Kalbindeki ışık fısıldadı: “Korkma.”

“Hiç kimse yok. Sadece rüzgâr vardı.”

Cadı şüphelendi ama bir kanıt bulamadı. Ayrılırken Rapunzel’in saçlarına sertçe dokundu.

“Bu saçlar senin kaderin. Asla dışarıya veremeyeceğin bir hediye.”

Rapunzel kaşlarını çatıp ilk kez karşılık verdi.

“Kaderimi ben seçerim.”

Cadı şaşırsa da alaycı bir kahkaha attı ve gözden kayboldu.

Ertesi sabah Arven yeniden geldi. Rapunzel ona olan biteni anlattı.

Arven ciddi bir sesle konuştu.

“Cadının seni burada tutmasına izin veremezsin. Dünyaya dokunmalısın.”

Rapunzel üzgünce pencereye yaslandı.

“Ama saçlarım… Cadı onların peşinde.”

Arven gülümsedi.

“Saçların değil, kalbin değerli. Cadı bunu bilmiyor.”

Rapunzel gözlerini Arven’den alamadı.

“Peki ya kaçarsak? Ama nasıl?”

Arven heyecanla plan anlattı.

“Gece olduğunda geri geleceğim. Yanımda ipler olacak. Sen de saçlarının bir kısmını bana sarkıtacaksın. Ama seni o saçla değil, kendi cesaretinle indireceğim.”

Rapunzel bir an durdu, sonra kararlı bir şekilde başını salladı.

“Hazırım.”

Gece olunca orman sessizleşti. Ay, kuleyi mavi bir örtü gibi sarıyordu. Arven belirlenen saatte geldi.

Rapunzel pencereden dışarı eğildi.

“Arven… biraz korkuyorum.”

“Korkmak cesur olduğun anlamına gelir.”

Rapunzel saçlarının bir kısmını sarkıttı, ama Arven o an şaşırdı.

“Hayır, seni bununla indirmeyeceğim. Kendi ipimi kullanacağım. Bu saçlar senin, özgürlüğünün simgesi. Onları yük gibi kullanmayacağız.”

Rapunzel’in gözleri doldu. Kimse onun saçına böyle bakmamıştı.

Arven ipi sabitledi. Rapunzel pencerenin kenarına oturdu. Elleri titriyordu.

“Sakın bırakma…”

“Bırakmam.”

Rapunzel ipin yardımıyla aşağı inmeye başladı. Her adımda kalbi daha hızlı atıyordu. Ayakları toprağa değdiğinde dünyayı ilk kez gerçekten hissetti.

Toprak… çiçek… gece rüzgârı…

“Arven… başardım!”

“Sen başardın Rapunzel. Ben sadece yanında durdum.”

Tam o sırada bir çığlık duyuldu.

Cadı!

Gölgeler Cadısı ormanın içinden hızla çıktı. Öfkesi havayı zehirli bir duman gibi sardı.

“Kulemi terk edemezsin! O saçlar benim!”

Rapunzel geri adım attı ama Arven önüne geçti.

“O artık özgür!”

Cadı ona doğru saldırmak üzereyken Rapunzel’in içindeki ışık birden parladı. Kalbindeki fısıltı bu kez bir çınlamaya dönüştü.

“Rapunzel… korkunu bırak. Işığın senin kalkanın.”

Rapunzel ellerini kaldırdı. Altın bir parıltı saçlarından kopup çevresini sardı. Cadı geri çekildi, gözleri korkuyla açıldı.

“Bu… bu imkânsız!”

Rapunzel güçlü bir sesle konuştu.

“Yıllarca beni korkuttun. Ama artık gölgelerime senin karar vermene izin vermiyorum.”

Işık büyüdü, cadıyı yavaşça uzaklaştırdı. Cadı çığlık attı, gölgeler içinde kayboldu.

Orman derin bir nefes almış gibi sessizleşti.

Arven, Rapunzel’in yanında diz çöktü.

“İyi misin?”

Rapunzel gülümsedi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama bu sefer mutluydu.

“İlk kez… kendim oldum.”

Arven elini uzattı.

“Dilersen birlikte dünyayı keşfedebiliriz.”

Rapunzel elini tuttu.

“Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim Arven. Fakat artık biliyorum… yolumu ben seçebilirim.”

Arven şaşırdı ama sevindi.

“O zaman birlikte seçelim.”

Rapunzel derin bir nefes aldı. Saçları rüzgârda dans etti, ışığı sanki yıldızlara doğru yükseldi.

“Haydi Arven… Dünyaya karışalım.”

Ve onlar o gece ormanın içine doğru yürüdüler. Ay ışığı yollarını çiziyor, gökyüzü onlara sessizce kucak açıyordu. Rapunzel ilk kez gerçekten özgürdü. Artık hikâyesi sadece bir kulede değil, dünyanın dört bir yanında yankılanacaktı.

Gölgeler değil, ışık anlatacaktı onu.

Ve o ışık hiç sönmeyecekti.

Yazıyı Paylaş: