Kukla Masalı

Mine Kaya 525 Okuma Süresi: 4 dk Masal Oku
Kukla Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Eski zamanların birinde, dağların eteğinde küçük bir kasaba varmış. Bu kasabada Hasan Usta adında yaşlı bir marangoz yaşarmış. İnsanlar onun ellerinden çıkan oyuncaklara hayran olurmuş: tahta atlar, renkli toplar, müzik kutuları… Ama Hasan Usta’nın en büyük tutkusu kuklalar yapmakmış. Her kuklasını öyle ustalıkla işler, öyle detaylı boyarmış ki, gören çocuklar hayranlıkla bakar, anneler babalar ise “Sanki canlı gibi!” dermiş.

Bir gün Hasan Usta, dükkânında tek başına çalışırken kendi kendine söylenmiş:
“Herkes oynasın diye kuklalar yaptım. Ama keşke bir tanesi gerçekten konuşsa, bana arkadaş olsa.”

O gece rüzgâr şiddetli esmiş, gökyüzünde yıldızlar kaymış. Rüzgâr sanki ustanın dileğini duymuş gibi dükkânın camına vurmuş. Hasan Usta’nın yaptığı son kukla, tezgâhın üzerinde duruyormuş. Kocaman kahverengi gözleri, kırmızı yanakları ve mavi giysileriyle çok sevimliymiş. Ve tam o anda… kuklanın gözlerinde bir ışık parlamış.

Kukla başını hafifçe oynatmış, ahşap eklemleri gıcırdamış ve kısık bir sesle fısıldamış:
“Merhaba…”

Hasan Usta donakalmış. Elindeki oyma bıçağı neredeyse yere düşecekmiş.
“Ne… sen konuştun mu?”
“Evet… galiba konuştum!” demiş kukla heyecanla.
“Aman Allah’ım! Bu gerçek mi? Yoksa rüya mı görüyorum?”
“Gerçek usta! Ben… ben yaşıyorum.”

Hasan Usta’nın gözlerinden sevinç yaşları süzülmüş. Dizlerinin bağı çözülmüş ama kalbi tarifsiz bir mutlulukla çarpmış.
“Artık yalnız değilim!” demiş sevinçle.
Kuklaya sarılmak istemiş ama tahtadan gövdesine zarar vermekten korkmuş.
“Adın ne olsun peki? Sana isim vermeliyim.”
“Benim adım… yok. Sen koy usta.”
“Peki o zaman… ‘Kuki’ olsun. Çünkü kalbime sevinç kattın.”

Kuki ile Hasan Usta’nın günleri neşe içinde geçmeye başlamış. Usta kuklayı alıp çarşıya götürür, Kuki de insanların söylediği şarkıları tekrar ederek herkesi güldürürmüş. Çocuklar başına toplanır, “Kuki bize masal anlat!” diye bağırırlarmış. O da uydurup uydurup masallar anlatırmış. İnsanlar “Hasan Usta’nın kuklası konuşuyor!” deyince kasabanın her köşesinde merakla fısıldanmaya başlamış.

Ama bazı büyükler bu durumu hoş karşılamamış. Kasabanın cimri tüccarı Selim Bey, dükkânına gelen kalabalığı görünce kıskançlıkla homurdanmış:
“Bu bir hiledir! Hasan Usta bir düzen kurmuştur, kukla konuşmaz. İnsanları kandırıyor!”

Selim Bey, Kuki’yi kendi malı yapmak istemiş. Çünkü onunla gösteriler yapar, çok para kazanabilirdi.

Bir gece Kuki, dükkânın penceresinden dışarıyı izlerken içi burkulmuş. Çocuklar gündüzleri evlerine dönüyor, oyunları bitiyordu. O ise hep dükkânda kalmak zorundaydı.
“Usta…” demiş kısık sesle.
“Evet Kuki?”
“Ben neden diğer çocuklar gibi koşup oynayamıyorum? Onların kalpleri var. Benimse sadece tahta gövdem.”

Hasan Usta derin bir iç çekmiş.
“Ah Kuki… sen zaten kalbimi doldurdun. Ama gerçek bir kalbin olsun isterdim.”
“Belki bir gün olur mu?”
“Kim bilir? Belki mucizeler yalnızca inanıldığında gerçekleşir.”

Ertesi sabah Selim Bey dükkâna gelmiş. Yüzünde sahte bir gülümseme varmış.
“Hasan Usta! Bu kukla… çok güzelmiş. Sana yüz altın versem bana satar mısın?”
Hasan Usta öfkeyle ayağa kalkmış.
“Asla! Kuki benim evladım gibidir.”
“O halde göreceğiz!” diye hırlamış Selim Bey ve hızla çıkıp gitmiş.

Gece olunca Selim Bey iki adamıyla birlikte gizlice dükkâna girmiş. Ama Kuki çoktan onları fark etmişti. Rafların arasından sakince seslenmiş:
“Buradayım… ama beni kolay yakalayamazsınız!”

Kukla çevik bir şekilde iplerden sallanmış, raflardan raflara atlamış. Adamlar şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilememiş. Derken Hasan Usta uyanıp dükkâna koşmuş.
“Hırsızlar! Defolun buradan!” diye bağırmış.
Kuki de bir rafın üstünden atlayarak bir kavanozu Selim Bey’in kafasına düşürmüş. Gürültüyle panikleyen adamlar kaçmış gitmiş.

Hasan Usta Kuki’yi kucaklayarak:
“Cesur evladım! Seni korumak için neler yaptın böyle?” demiş.
“Benim kalbim yok belki ama sana olan sevgim var, usta!”

O gece Kuki rüyasında gökyüzünde parlayan bir yıldız görmüş. Yıldız ona şöyle seslenmiş:
“Gerçek bir kalp istiyorsan, önce iyiliğini kanıtlamalısın. Kendini değil, başkalarını düşünmelisin.”

Kuki sabah uyanınca bu rüyayı Hasan Usta’ya anlatmış.
“Demek ki kalp kazanmanın yolu iyilikten geçiyor.” demiş Usta.
O günden sonra Kuki, kasabada gördüğü herkese yardım etmeye başlamış. Yaşlılara torbalarını taşımış, çocuklara masallar anlatmış, hasta bir kediyi şefkatle kucağına almış. İnsanlar onu daha çok sevmiş.

Bir gün kasabaya büyük bir fırtına kopmuş. Çatıları uçuran, ağaçları devirecek kadar güçlüymüş. Küçük bir çocuk rüzgârla savrulup dereye düşmek üzereyken Kuki tereddütsüz koşmuş.
“Tutun bana!” diye bağırmış.
Çocuk tam suya kapılacakken Kuki kendini suya atmış ve çocuğu kıyıya itmiş. Ama kendi tahtadan bedeni ağır suya gömülmeye başlamış.

Hasan Usta koşarak yetişmiş.
“Kuki! Dayan!” diye haykırmış.
Kasaba halkı yardıma koşmuş ve iplerle onu sudan çıkarmışlar. Kuki’nin tahtaları şişmiş, eklemleri çatırdamış ama çocuğun hayatı kurtulmuş.

Tam o anda gökyüzü açılmış, yıldızlar belirivermiş. Bir ışık huzmesi Kuki’nin üzerine düşmüş. Ve herkesin gözleri önünde Kuki’nin göğsünde küçük bir parıltı yanmaya başlamış: Gerçek bir kalp!

Kuki şaşkınlıkla göğsünü tutmuş.
“Ben… ben hissedebiliyorum! Kalbim var!”
Hasan Usta gözyaşlarıyla ona sarılmış:
“Artık gerçekten oğlumsun Kuki!”

O günden sonra Kuki sadece bir kukla değil, kalbi olan bir çocuk gibi yaşamaya başlamış. Kasabanın bütün çocukları onunla oynamış, büyükler ona hayran kalmış. Hasan Usta’nın dükkânı ise artık yalnızca oyuncakçı değil, mucizelerin doğduğu yer olarak anılmış.

Ve herkes şunu öğrenmiş:
Sevgi, en cansız görünen tahta parçasına bile hayat verebilir.

Yazıyı Paylaş: