Tinkerbell Masalı
Neverland’de sabahın ilk ışıkları, yeşil yaprakların arasından süzülürken peri köyünde heyecanlı bir telaş vardı. Tinkerbell, atölyesinin önünde minik bir kristal lambayı tamir etmeye çalışıyordu. Ancak ne kadar uğraşsa da, lamba bir türlü yanmıyordu.
— “Ahh! Yine olmadı!” diye haykırdı Tink, sinirle çekiçten çıkan kıvılcıklara bakarak.
— “Tink, sabah sabah bu kadar gürültü neden?” dedi arkadan bir ses. Silvermist, elinde su damlası dolu bir kabı taşıyordu.
— “Işığın kalbini kaybettim!” dedi Tinkerbell üzgün bir şekilde. “O olmadan hiçbir sihirli lamba yanmaz!”
Silvermist şaşkınlıkla elini ağzına götürdü.
— “Nasıl yani? Kayıp Işık mı? Ama o, Pixie Hollow’un en eski parçası!”
— “Biliyorum,” dedi Tink, kafasını öne eğerek. “Gece parlayan yıldız tozunu eklerken bir anlık dikkatsizlik yaptım. Işık uçtu, ormanın derinliklerine gitti.”
O sırada Rosetta, Fawn ve Iridessa da geldi.
— “Yani küçük bir ışık parçası yüzünden hepimiz karanlıkta mı kalacağız?” diye güldü Fawn, ama Tink’in yüzündeki ciddiyeti görünce sustu.
— “Bu şaka değil Fawn,” dedi Rosetta. “Kayıp Işık olmazsa, bahar kutlamasında parlayan çiçekler açmayacak.”
Tinkerbell gözlerini kararlılıkla kısarak söyledi:
— “O halde onu bulacağız. Ne pahasına olursa olsun!”
Periler yola çıkmaya karar verdiler. Silvermist, ışıltılı bir su küresi hazırladı; Iridessa ise çevreyi aydınlatan sarı tozlar serpti. Tinkerbell sırtına minik çantasını taktı, içinde tornavidası, yıldız tozu kabı ve küçük bir pusula vardı.
Ormanın derinliklerine girdiklerinde hava değişmişti. Ağaçlar daha sık, gölgeler daha koyuydu. Bir süre uçtuktan sonra Fawn hafifçe fısıldadı:
— “Bir şey hissediyorum… burada başka bir canlı var.”
Tam o anda, bir yaprak titredi ve altından minik bir yaratık çıktı. Kocaman gözleri vardı, sırtında yırtık kanatlar.
— “Korkmayın, ben Sprig’im!” dedi ince bir sesle.
— “Sen de kimsin?” diye sordu Tink temkinli bir şekilde.
— “Ben Orman Işığı’nın bekçisiyim. Ama son zamanlarda ormanın kalbi sönüyor… belki de aradığınız şeyle ilgisi vardır.”
Tinkerbell’in gözleri parladı.
— “Evet! Biz Kayıp Işığı arıyoruz. O olmadan lambalar yanmıyor.”
Sprig başını salladı.
— “Sanırım onu Karanlık Kuytu aldı. O, ormanda yalnız yaşayan bir yaratık. Işığa dokunursa, karanlık güçlenir.”
Rosetta endişeyle ellerini birleştirdi.
— “Yani o şey ışığı emiyor mu?”
— “Evet… ama belki bir umut vardır,” dedi Sprig. “Eğer cesaretiniz varsa, size yol gösterebilirim.”
Tinkerbell gülümsedi:
— “Biz asla pes etmeyiz. Hadi Sprig, yolu göster!”
Yolculuk zorlu geçti. Köklerin arasında tuzaklar, sisler, yankılar vardı. Ama Tinkerbell her defasında zekâsıyla bir çözüm buldu.
Bir noktada Fawn’ın kanadı bir dala takıldı.
— “Ah! Yardım edin!”
Tinkerbell hızla geri dönüp dala minik bir penseyle dokundu.
— “Sabırlı ol Fawn, birkaç saniye.”
Bir kıvılcım, bir çıtırtı… ve kanat özgürdü.
— “Sen gerçekten bir dâhisin Tink!” dedi Fawn minnettarlıkla.
Sonunda dev bir mağaranın önüne geldiler. İçeriden loş bir ışık sızıyordu.
— “Hazır mısınız?” diye fısıldadı Iridessa.
Tinkerbell derin bir nefes aldı.
— “Hazırız. Unutmayın, ışığı karanlığa kaptırmak yok.”
İçeri girdiklerinde devasa bir gölge beliriverdi. Karanlık Kuytu, kömür gibi gözleriyle onlara baktı.
— “Ne cesaretle ışığımı çalmaya geldiniz?” diye gürledi.
Tinkerbell korkusunu bastırdı.
— “O ışık senin değil, Pixie Hollow’un kalbi o! Onu geri ver!”
— “Karanlık da ışığın hakkıdır,” dedi Kuytu. “O parıltı olmadan ben var olamam!”
Tinkerbell başını kaldırıp kararlılıkla konuştu:
— “Ama ışık paylaşılırsa güzeldir, karanlıkla değil!”
Kuytu kahkahalarla güldü. Mağaranın duvarları titredi.
— “Küçük periler… cesaretiniz takdire şayan ama güç bende!”
Tam o anda Tinkerbell çantasından yıldız tozu kabını çıkardı.
— “O zaman biraz adil oynayalım!”
Kabı salladı, etrafa altın tozlar yayıldı. Iridessa da ışığını en parlak hâline getirdi, Silvermist su kristallerini havaya fırlattı. Yansıyan ışıklar Kuytu’nun gözlerini kamaştırdı.
— “Şimdi Tink!” diye bağırdı Rosetta.
Tink havada bir dönüş yaptı ve küçük bir aynayı Kuytu’nun kalbine yöneltti. Işığın kalbi, mağaranın ortasında bir taşın içinde parlıyordu.
— “Gel bakalım eve küçük dostum!” dedi Tink, aynadan yansıyan ışığı taşın üzerine düşürerek.
Bir anda taş çatladı, içinden saf beyaz bir parıltı fışkırdı. Kuytu acıyla geri çekildi.
— “Hayır! Karanlığım eriyor!” diye haykırdı.
Ama Tinkerbell sakin bir sesle dedi:
— “Sen de ışığın bir parçasısın. Korkmana gerek yok.”
Kuytu’nun karanlık bedeni yavaş yavaş griye, sonra saydam bir duman bulutuna dönüştü. Mağara sessizleşti. Sprig hafifçe fısıldadı:— “Başardınız…”
Periler, Kayıp Işığı Pixie Hollow’a geri getirdiler. Bahar Çiçekleri Şenliği o gece unutulmaz bir parıltıyla kutlandı. Çiçekler açtı, yıldızlar dans etti.
Tinkerbell lambasını tekrar eline aldı, ışığı içine yerleştirdi ve lamba yavaşça parladı.
— “Bakın!” dedi Silvermist. “Yine yanıyor!”
Rosetta gözyaşlarını sildi.
— “Sen olmasaydın Tink, bahar gelmezdi.”
Tinkerbell mütevazı bir şekilde güldü.
— “Ben tek başıma yapmadım. Hepimiz birlikte ışığı bulduk.”
Fawn omzuna kondu.
— “Yani ışığın sırrı bu mu?”
Tink gözlerini gökyüzüne çevirdi:
— “Hayır Fawn… ışığın sırrı paylaşmaktır. Ne kadar paylaşırsan, o kadar çoğalır.”
O gece Neverland’in her köşesi parıldıyordu. Minik periler dans ediyor, kuşlar melodiler söylüyordu. Karanlık bile huzur bulmuş gibiydi.
Ve o günden sonra, Tinkerbell ne zaman bir şey tamir etse, kalbine dokunan o sözleri hatırlardı:
"Gerçek ışık, birlikte parlayan kalplerden doğar."