Tilki ile Üzümler Masalı
Uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında, yeşilin binbir tonuyla bezenmiş bir vadide kurnaz ama sevimli bir tilki yaşarmış. Adı Tina’ymış. Tina, diğer tilkiler gibi yalnız yaşamayı sevmezmiş; ormanda karşısına çıkan her hayvanla konuşur, hikâyeler anlatır, şarkılar söyler, ama en çok da merak eder dururmuş: “Acaba başka yerlerde hayat nasıl?”
Bir sabah güneşin ilk ışıkları toprağın üzerindeki çiğ damlalarını pırlanta gibi parlatırken Tina, midesinin gurultusuyla uyanmış. Gözlerini ovuşturup kuyruğunu kabartmış.
— Bugün karnımı güzelce doyuracağım! demiş kendi kendine.
Ama ne av var ortalıkta, ne de ormanın meyve ağaçlarında olgun bir şey kalmış. Derken burnuna tatlı bir koku gelmiş… Fermente olmuş, güneşte parlayan üzümlerden gelen o tanıdık, baş döndürücü koku.
Kokuya doğru koşmuş, dere tepe aşmış. Sonunda bir bağın kenarına gelmiş. Asmaların üzerinde mor, sulu salkımlar güneş ışığında pırıl pırıl parlıyormuş.
— İşte buldum! Üzüm zamanı gelmiş! diye bağırmış sevinçle.
Ama sonra başını kaldırıp bakmış… Üzümler oldukça yüksekteymiş. Tina sıçramış. Yetmemiş. Zıplamış, kuyruğunu savurmuş, pençelerini uzatmış ama bir türlü erişememiş.
— Bu kadar yükseğe kim asar şu güzellikleri! diye homurdanmış.
O sırada ormanın öteki ucundan dostu, yaşlı bir kaplumbağa olan Tiko gelmiş. Yavaş ama emin adımlarla, sırtında yosunlar, yüzünde bilge bir tebessümle.
— Ne yapıyorsun öyle, Tina? demiş Tiko.
— Ne mi yapıyorum? Şu muhteşem üzümlere ulaşmaya çalışıyorum ama şu dallar sanki gökyüzüne kadar uzanıyor!
— Sabır evladım, sabır. Her üzüm zamanı geldiğinde tadılır.
— Ama benim sabrım yok! Karnım zil çalıyor!
Tiko gülmüş.
— Belki de önce karnını değil, aklını doyurmalısın.
Tina anlamamış.
— Aklımı mı doyuracağım? Onu da mı pişirip yiyeceğim yoksa?
Kaplumbağa gülmeye devam etmiş.
— Hayır, küçük tilki. Bazen bir şeye hemen ulaşamamak, daha iyi bir şeyin yolunu açar.
Tina, sabırsızca kuyruğunu yere vurmuş.
— Ben şimdi burada aç aç bekleyeceğim yani? Asla! Ben akıllı bir tilkiyim, bir yol bulurum!
Tiko başını iki yana sallayıp uzaklaşmış. Tina ise planlar yapmaya başlamış. Önce ağacın gövdesine tırmanmayı denemiş, ama asma sarmaşıklar çok kayganmış. Sonra taşları üst üste koymuş, üstüne çıkmış, ama taşlar devrilmiş ve Tina poposunun üstüne düşmüş.
— Auu! Şu taşlar da bana karşı birleşmiş gibi! demiş sızlanarak.
Derken ormanın derinliklerinden, şen şakrak bir serçe seslenmiş:
— Ne oldu Tilki Tina, gene bir şeylere ulaşamıyor musun?
Tina gözlerini kısarak bakmış.
— Ulaşacağım, sen merak etme! Sen uçabiliyorsun tabii, yukarıdan konuşmak kolay!
Serçe kanatlarını çırpmış.
— İstersen yardım ederim. Ama karşılığında bana bir hikâye anlatacaksın!
Tina şaşırmış.
— Ne hikâyesi? Şimdi hikâyenin sırası mı? Karnım aç!
— Ama ben hikâye duymadan hiçbir şey taşımam!
Tina derin bir nefes almış.
— Peki, tamam. Sana ‘Aç Geyik ve Doymaz Papatya’ hikâyesini anlatayım, sonra o üzümleri indirirsin, anlaştık mı?
— Anlaştık! demiş serçe neşeyle ve dalına konmuş.
Tina hikâyeye başlamış. Anlatırken kendi açlığını bile unutmuş, kelimeleri öyle içten, öyle tatlı bir sesle dökmüş ki serçe büyülenmiş. Gözleri parlamış, kanatlarını açıp asmanın tepesine uçmuş. Minik gagasıyla birkaç salkımı koparıp yere bırakmış.
Tina hemen koşup bir tanesini ağzına atmış ama… bir an durmuş.
Yüzünü buruşturmuş.
— Bu üzümler… ekşi! demiş hayal kırıklığıyla.
Serçe şaşırmış.
— Ekşi mi? Benim tattıklarım gayet tatlıydı.
— Belki senin damak tadın farklıdır! Benimkine göre bu üzümler tatsız tuzsuz!
Serçe başını eğmiş.
— Yalan söylüyorsun Tina. Üzümler tatlıydı, sadece senin gururun seni kandırıyor.
Tina bir an sessiz kalmış. Gözlerini yere dikmiş.
— Ben… belki de gerçekten öyleyimdir. Ulaşamayınca kötülemeyi seçtim.
Serçe hafifçe gülümsemiş.
— Hepimiz bazen böyle yaparız. Ama önemli olan hatamızı fark etmek, değil mi?
Tam o sırada Tiko geri dönmüş.
— Bakıyorum ki sonunda dersi almışsın.
Tina başını kaldırmış.
— Evet, Tiko. Bu üzümlerden tat almak için önce kalbimin ekşiliğini bırakmam gerektiğini anladım.
Tiko’nun gözleri parlamış.
— Harika! Şimdi aklın doydu, sıra karnında. Gel, benimle yürü. Sana ormanın gizli bahçesini göstereyim.
Tina merakla peşine düşmüş. Aralarında dalların arasında ışığın süzüldüğü, kuşların cıvıldadığı bir patika boyunca yürümüşler. Nihayet, minik bir derenin kenarında, alçak dallarda sarkan başka bir asma görmüşler.
Üzümler burada daha küçük ama çok daha olgunmuş.
Tiko gülümsemiş.
— Görüyor musun, sabreden derviş… üzüm bahçesinde yermiş!
Tina kahkaha atmış.
— Seninle yaşlanmak istemem ama seninle yemek isterim!
Birlikte üzümleri toplamışlar. Tina o tatlı meyveleri yerken gözleri dolmuş.
— Demek ki bazen “ekşi” sandığımız şeyler, sabırla tatlanıyormuş.
Serçe de gelmiş, Tiko’nun omzuna konmuş.
— Bir hikâyeyle başladı, dostlukla bitti. Güzel bir gün oldu!
Tina gülerek eklemiş:
— Ve ben bu gün öğrendim ki, bazen en tatlı üzüm, hemen ulaşamadığımızdadır. Çünkü sabırla olgunlaşır, tıpkı bizler gibi.
Ormanın rüzgârı dalları hışırdatmış, sanki onaylar gibi. Güneş batarken, üç arkadaş neşeyle gülüşüp dere kenarında oturmuşlar. Tina, gözlerini gökyüzüne dikmiş.
— Biliyor musunuz dostlar, bazen gökyüzüne bakmak bile bir hedefi hatırlatıyor insana. Artık ulaşamadıklarım için üzülmeyeceğim, çünkü belki de henüz zamanı gelmemiştir.
Tiko başını sallamış.
— İşte gerçek bilgelik budur, küçük tilki.
Ve orman sessizleşirken, yapraklar arasında bir fısıltı dolaşmış:
“Her üzüm, sabırla tatlanır…”
Günün sonunda Tina artık yalnızca kurnaz bir tilki değil, kalbiyle düşünen bir dostmuş.
O günden sonra ormanda her yeni mevsim geldiğinde, Tina sadece yiyecek değil, hikâye de paylaşmış. Her anlattığında gözleri parlamış, çocuklar gibi gülümsemiş.
Masal bu ya… belki sen bir gün o ormanda yürürken, bir tilki sesi duyarsın:
— Hey! Üzümler tatlı mı? Yoksa sabrın tadı mı bu?
Ve o an anlarsın, Tina hâlâ orada, sabırla gülümsemektedir.