Gerçek Pinokyo Masalı
Bir zamanlar küçük bir İtalyan kasabasında Geppetto adında yoksul ama maharetli bir marangoz yaşardı. Evi küçüktü, karnı çoğu zaman açtı ama kalbi, içinde koskoca bir sevgi denizi taşırdı.
Bir gün atölyesinin kapısından içeri komşusu Antonio girdi; elinde eğri büğrü bir tahta parçası vardı.
— “Bu odunu sobada yakacaktım ama sanki bir çocuk sesi duydum içinden,” dedi.
Geppetto gülümsedi.
— “Belki de içindeki ses benim yalnızlığımın yankısıdır,” dedi.
Ama o gece, Geppetto o tahta parçasını aldı, kesmeye, oymaya, zımparalamaya başladı.
Ve inanılmaz bir şey oldu: odun gıcırdadı, sonra güldü!
— “Ahaha! Gıdıklanıyorum!”
Geppetto ürperdi ama geri çekilmedi.
— “Bu bir işaret,” dedi kendi kendine. “Belki Tanrı bana bir çocuk gönderiyor.”
Saatlerce çalıştı. Sonunda ortaya uzun burunlu, iri gözlü, neşeli bir kukla çıktı.
Geppetto onun adını Pinokyo koydu.
Ve tam o anda, kukla kıpırdadı.
— “Baba, açım!” dedi.
Geppetto sevinçten gözyaşlarına boğuldu:
— “Ah, konuşuyorsun! Benim oğlumsun artık!”
Ama çok geçmeden Pinokyo’nun ne kadar yaramaz olduğunu anladı.
Geppetto bütün birikimini harcayıp ona bir okul kitabı aldı.
— “Git, oku, öğren, adam ol!” dedi.
Pinokyo ise kitabı eline alıp mırıldandı:
— “Ama okul çok sıkıcı… ben eğlenmek istiyorum.”
Kasabanın sokaklarında yürürken bir kalabalık gördü.
Bir sahne, müzik ve kuklalar!
Bir afişte “Mangiafuoco’nun Kukla Tiyatrosu!” yazıyordu.
Pinokyo’nun gözleri parladı.
— “Kardeşlerim! Ben de kuklayım!” diyerek içeri daldı.
Kuklalar onu görünce alkışladı:
— “Bakın! Aramıza yeni biri katıldı!”
Ama sahnenin arkasında, dev bir adam, Mangiafuoco, öfkeyle bağırdı:
— “Kim izin verdi bu tahtaya çıkmasına!?”
Pinokyo korkudan titredi.
— “Efendim, ben sadece dans etmek istedim.”
Mangiafuoco elini sakalına sürdü.
— “Ah, ne sevimli! Belki seni akşam yemeğinde sobaya atarım.”
Pinokyo ağlamaya başladı.
— “Yalvarırım, beni yakmayın! Babam yaşlı ve beni bekliyor.”
Mangiafuoco bir an sustu, sonra içi yumuşadı.
— “Pekâlâ, git bakalım. Babana selam söyle. Ama sakın yalan söyleme, yoksa kül olursun.”
Eve dönerken bir sokakta iki gölge belirdi: biri aksak yürüyen Kedi, diğeri bastonlu Tilki.
Tilki şapkasını çıkarıp eğildi:
— “Selam küçük dost! Elinde ne var öyle?”
— “Altın. Mangiafuoco bana verdi.”
Kedi mırıldandı:
— “Altını saklamak tehlikelidir. Biz sana onu büyütmeyi öğretelim.”
Tilki fısıldadı:
— “Sadece Sihirli Tarlaya göm, sabah bir altın ağacın olur.”
Pinokyo’nun gözleri parladı.
— “Gerçekten mi?!”
— “Tabii ki!” dediler.
Gece olunca Pinokyo paraları gömdü. Ama sabah döndüğünde ne ağaç vardı ne altın. Sadece boşluk… ve bir ses:
— “Ahaha! Aptal kukla!”
Tilki ve Kedi orada değildi. Pinokyo ağlamaya başladı.
— “Babam haklıydı. Keşke sözünü dinleseydim.”
Tam o anda burnu uzamaya başladı!
— “Bu da ne?!”
Gökyüzünden mavi bir ışık indi.
Mavi Peri belirdi.
— “Pinokyo,” dedi peri, “neden yalan söyledin?”
— “Ben… ben yalan söylemedim!” dedi Pinokyo ama burnu biraz daha uzadı.
Peri gülümsedi:
— “Yalan her zaman büyür, tıpkı burnun gibi.”
Elini salladı, burnu kısaldı.
— “Doğruyu seçersen bir gün gerçek bir çocuk olacaksın.”
Pinokyo söz verdi ama kısa sürede yine sözünü unuttu.
Okula gitmedi, oyunlara daldı, sonra bir gün askerler tarafından yakalandı.
— “Sen mi Tilki ve Kedi’yi koruyordun?”
— “Hayır! Ben masumum!” dedi ama kimse inanmadı.
Hapse atıldı.
Aylar sonra serbest kaldığında artık ne altını kalmıştı ne umudu.
Bir çiftçi onu tarlasına aldı, eşek gibi çalıştırdı.
Geceleri kendi kendine fısıldardı:
— “Keşke babamın sözünü dinleseydim…”
Bir gün gerçekten bir eşeğe dönüştü.
Peri’nin sesi rüzgarda duyuldu:
— “Yalan, tembellik ve açgözlülük seni hayvandan ayıran şeyi çalar.”
Gözyaşlarıyla dolu bir gecenin sabahında, Pinokyo yeniden kuklaya dönüştü.
Ama artık kalbinde kocaman bir pişmanlık vardı.
Yıllar geçmişti. Bir haber duydu: Geppetto denize açılmış, oğlunu ararken kaybolmuştu.
Pinokyo gözyaşlarına boğuldu:
— “Benim yüzümden gitti…”
Bir saniye bile düşünmeden denize atladı. Dalgalar onu savurdu, fırtına yüzüne çarptı ama vazgeçmedi.
Sonunda karanlık bir gölge belirdi: dev bir balina!
Balina ağzını açtı, Pinokyo’yu yuttu. İçeride nemli, karanlık bir mağara gibiydi.
— “Baba! Beni duyuyor musun?”
Uzaklardan bir ses:
— “Pinokyo! Gerçekten sen misin?”
Geppetto bir fıçıya yaslanmış, bitkindi ama gülümsüyordu.
Pinokyo koşup sarıldı.
— “Baba! Seni kurtaracağım!”
— “Ah oğlum… sen zaten beni bulmakla kurtardın.”
Pinokyo düşündü.
— “Balina ağzını açınca dışarı yüzebiliriz.”
Birlikte beklediler. Balina esneyince denize atladılar.
Dalgalara karşı yüzdüler, sonunda sahile ulaştılar.
Geppetto yorgunluktan yere yığıldı. Pinokyo diz çöktü, onun ellerini tuttu.
— “Baba! Lütfen dayan!”
O an, gökyüzü maviye büründü.
Mavi Peri bir kez daha belirdi.
— “Pinokyo,” dedi yumuşak bir sesle, “sen artık bencil bir kukla değilsin. Gerçek sevgiyi öğrendin.”
Peri elini kalbine koydu.
Pinokyo’nun göğsünden sıcak bir ışık yayıldı.
Tahta derisi yumuşadı, kalbi “tık tık” atmaya başladı.
Geppetto uyanınca karşısında artık etten kemikten bir çocuk vardı.
— “Oğlum… sen…”
— “Evet baba! Artık gerçeğim!”
O günden sonra Pinokyo ne bir kukla ne bir masaldı.
O, hatalarından ders alan, sevgiyi öğrenen bir çocuktu.
Her sabah babasına yardım eder, geceleri ateşin yanında ona hikayeler anlatırdı.
Bazen burnuna dokunup gülümserdi:
— “Bir daha asla yalan söylemeyeceğim.”