Zelda Masalı

Mine Kaya 54 Okuma Süresi: 9 dk Çocuk Masalları
Zelda Masalı

Rüzgârın şarkı söylediği, bulutların bazen kalp bazen ejderha şekline girdiği uzak bir diyarda, denize bakan yüksek bir tepenin üstünde küçük bir kasaba varmış. MasalAbi ile keyifli bir masal sizleri bekliyor! Bu kasabada, meraklı gözleri kocaman, saçları dağınık, kalbi ise dünyadan biraz daha büyük bir kız yaşarmış. Adı Zelda’ymış.

Zelda, diğer çocuklar gibi sadece oyun oynamayı sevmiyormuş; aynı zamanda gökyüzünü, yıldızları, rüzgârın yönünü, ağaçların neden sallandığını merak edermiş. Bazen kasabanın diğer çocukları ona takılırmış:

Zelda, yine bulutlara mı bakıyorsun?
Evet, belki bugün içlerinden bir tanesi bana sır verir.

diye gülümsermiş Zelda.

Kasabanın eskiden beri süren bir geleneği varmış: Her yüz yılda bir, tepelerin ardındaki “Parlayan Orman”da sihirli bir fener yanar, o fenerin ışığını bulan çocuk, kasabaya bir dilek getirebilirmiş. Ama kimse yıllardır o feneri bulamamış. Büyükler, bu hikâyeyi artık sadece masal sanıyormuş.

Yalnız bir kişi hariç: Zelda.

Bir gece, kasabanın üstüne ağır bir sessizlik çökmüş. Gökyüzünde yıldızlar görünmüyor, ay bulutların arkasına saklanıyormuş. Zelda pencereden dışarı bakmış, içini bir sıkıntı kaplamış.

Neden bu kadar karanlık? Yıldızlar nereye gitti? diye fısıldamış.

Tam o sırada pencerenin önünde soluk, beyaz bir ışık belirmiş. Küçücük, yıldız gibi parlayan bir noktaymış bu. Zelda şaşkınlıkla geri çekilmiş, kalbi hızlı hızlı atmaya başlamış.

Işık, odanın içinde yavaşça süzülerek Zelda’nın önünde durmuş. İçinden ince, melodili bir ses duyulmuş:

Korkma, Zelda. Ben Yakamoz. Gökyüzünün habercisiyim.

Zelda’nın nefesi kesilir gibi olmuş.

G… Gökyüzünün habercisi mi? Yani sen… bir yıldız mısın?
Yıldızların dostuyum. Bu gece geldim, çünkü gökyüzü zor günler yaşıyor.
Ne oldu? Neden bu kadar karanlık?
Parlayan Orman’daki Sihirli Fener, çok uzun zamandır yalnız. Onun ışığı zayıfladıkça, yıldızların yeryüzüyle olan bağı da zayıflıyor. Eğer Sihirli Fener tamamen sönerse, bu kasabanın gökyüzü uzun süre karanlık kalabilir.

Zelda’nın içini bir korku ve aynı anda tuhaf bir kararlılık kaplamış.

Peki… biri o feneri bulup tekrar yakabilir mi?
Evet. Cesur, meraklı ve kalbi temiz bir çocuk bunu yapabilir.
Ben! diye atılmış Zelda. Ben yapabilirim.

Yakamoz hafifçe parlayarak gülümsemiş gibi görünmüş.

Bunu duyacağımı biliyordum. Ama yol zorlu. Ormanda yalnızlık, korku ve şüphe seni bekliyor. Yine de gitmek istiyor musun?
Gökyüzü karanlıkken rahat uyuyamam. Korksam da giderim.

Sabaha karşı, kasaba hâlâ karanlıkken Zelda küçük bir çanta hazırlamış. İçine annesinin yaptığı ekmekten bir parça, biraz peynir, su kırbası ve en sevdiği küçük defterini koymuş. Tam kapıdan çıkarken annesi uyanmış, Zelda’yı görünce şaşırmış:

Zelda, bu saatte nereye gidiyorsun?
Anne… Gökyüzü üzgün. Ben de onu neşelendirmeye gidiyorum. Parlayan Orman’a…
Parlayan Orman’a mı? Çok tehlikeli! Orası artık kimsenin gitmediği bir yer.

Zelda’nın gözleri dolmuş ama geri adım atmak istememiş.

Anne, korkuyorum ama daha çok, hiçbir şey yapmazsam pişman olmaktan korkuyorum.
Pişman olmaktan mı?
Evet. Yıllar sonra büyüdüğümde ‘O gün gitseydim her şey farklı olur muydu?’ diye düşünmek istemiyorum.

Annesi kızının gözlerindeki kararlılığı görünce derin bir nefes almış. Onu sıkıca kucaklamış.

Cesaret, kalbinin içinde zaten varmış küçük kızım. O zaman sana bir şey vereyim.

Annesi eski, biraz yıpranmış ama sapı hâlâ parlak duran küçük bir fener çıkarmış.

Bu dedenindi. Ne zaman karanlıkta kalsa, bu feneri yakar ve şöyle dermiş:
"Işık, en çok karanlığı sevmez."
Ne olursa olsun, bu feneri yanında taşı. Hem yolunu hem de kalbini aydınlatır.

Zelda gözyaşlarını silmiş.

Söz veriyorum anne, geri döneceğim. Hem de gökyüzünü tekrar ışıl ışıl yaparak!

Yakamoz, Zelda’nın omzunun yanında belirmiş, beraber kasabadan çıkmışlar. Yollarının üstünde, kasabanın kenarında yaşayan kedi Maviş de onlara katılmış. Maviş sıradan bir kedi değilmiş; Zelda ne zaman üzülse sessizce yanına gelip mırlayan, gözleri neredeyse insan gibi anlayışlı bakan bir kediymiş.

Zelda gülümsemiş:

Maviş, sen de mi benimle gelmek istiyorsun?
Miyav!
Bence bu “Evet, seni yalnız bırakmam!” demek.

Böylece üçlü, Parlayan Orman’a doğru yürümeye başlamış. Ormana yaklaşırken ağaçların gövdeleri kalınlaşmış, dallar birbirine dolanmış, hava ağırlaşmış.

Burası biraz ürkütücü… diye fısıldamış Zelda.
Korku, yalnız kalınca daha çok büyür. Ama sen yalnız değilsin. demiş Yakamoz’un ince sesi.
Miyav!
Bak, Maviş de hemfikir. diye gülmüş Zelda.

Ormanın içine girdiklerinde etraflarında garip sesler duymaya başlamışlar: Hışırtılar, uzaktan gelen baykuş sesleri, yerde kıpırdayan gölgeler… Zelda’nın elleri titremeye başlamış.

Birden, kalın gövdeli bir ağacın arkasından fısıltılı bir ses duymuş:

Dön geri, Zelda… Burada seni bekleyen tek şey karanlık.

Zelda irkilmiş, etrafına bakınmış.

Kim konuşuyor? Kendini göster!
Ben Senin Şüphenim. Başaramayacaksın, çok küçüksün.

Zelda’nın kalbi daha da sıkışmış. Bir an annesinin yüzü, sıcak evi, kasabanın güvenli sokakları gözünün önüne gelmiş. Geri dönmek istemiş. Yakamoz biraz daha parlak yanmış.

Zelda, bu ses senin kendi korkuların. Onları dinlersen burada donup kalırsın.
Ama… ya gerçekten başaramazsam?
Ya başarırsan?
Ya kaybolursam?
Ya yolunu bulursan?

Maviş Zelda’nın bacağına sürtünmüş.

Miyav!

Zelda derin bir nefes almış, ellerini yumruk yapmış.

Şüphe sesini duyuyorum ama ona inanmıyorum. Ben bu ormana gökyüzü için girdim. Yürümeye devam edeceğim.

Bunu söyleyince, etraflarındaki fısıltı bir anda susmuş. Ağaçların arasından hafif bir rüzgâr geçmiş, dallar sanki Zelda’yı alkışlar gibi birbirine dokunmuş.

Yürüdükçe ormanın içi değişmeye başlamış. Bazı dalların ucunda minik parıltılar görünmüş. Yakamoz heyecanla:

İşte, bunlar sönmeye başlayan yıldız tozları. Doğru yoldayız. demiş.

Yolun ilerisinde bir dere varmış. Dereyi geçmek için üst üste dizilmiş taşlar görünüyormuş ama taşlardan bazıları kaygan, bazıları çatlakmış. Zelda derin suyu görünce nefesini tutmuş.

Yakamoz, düşersem ne olur?
Düşersen ıslanırsın. Sonra kalkar yine devam edersin. Asıl mesele düşmek değil, kalkmamaya karar vermektir.
Ama korkuyorum…
Korkmak, cesur olmadığın anlamına gelmez. Cesaret, korka korka adım atabilmektir.

Zelda bir taşın üzerine titreyerek basmış.

Bir adım… diye mırıldanmış.
Sonra ikinci taşa geçmiş.
İki adım…

Tam üçüncü taşa basacakken ayağı biraz kaymış, suyun içine bir damla sıçramış. Zelda’nın kalbi ağzına gelmiş ama düşmemiş.

Üç! Başardım! diye nefes nefese gülmüş.
Gördün mü? demiş Yakamoz. Korku gitmedi, ama sen yine de geçtin.
Miyavv!
Haklısın Maviş, küçük zaferleri kutlamak lazım. demiş Zelda.

Dereyi geçtikten sonra hava biraz açılmış. Gökyüzünde hâlâ kalın bulutlar varmış ama ormanın içi sanki daha az karanlık görünüyormuş. Bir süre sonra karşılarına kocaman, yaşlı bir ağaç çıkmış. Gövdesinde çatlaklar, dallarında yosunlar varmış. Ağacın ortasında kalp şeklinde doğal bir boşluk bulunuyormuş.

Ağacın içinden tok bir ses gelmiş:

Kim geçiyor orman kalbinden izinsiz?

Zelda geri çekilmiş ama sonra kendini toparlamış.

Ben Zelda. Gökyüzü için buradayım. Sihirli Fener’i bulmak istiyorum.
Gökyüzü için mi? demiş ağaç. Peki, kendi kalbin için ne yapıyorsun?
Kalbim…?
Evet. Korktuğunda ona ne diyorsun? Üzüldüğünde onu nasıl dinliyorsun?

Zelda bir an durup düşünmüş. Küçükken arkadaşları onunla alay ettiğinde, yanlış bir şey yaptığında neler hissettiğini hatırlamış. İçinden “yetersizsin” dediği günleri… Sonra sessizce cevap vermiş:

Çoğu zaman ona haksızlık ediyorum galiba. ‘Yapamazsın’ diyorum. Ama bugün ona başka bir şey söyledim. ‘Denemelisin’ dedim.
İşte bu iyi bir başlangıçtır. demiş ağaç.
Sana izin veriyorum Zelda. Geç ve yoluna devam et. Ama sakın unutma: Kendi kalbine iyi davranmayan, gökyüzünü gerçekten aydınlatamaz.

Zelda başını sallamış.

Söz veriyorum, kendime daha nazik olacağım.

Ağacın gövdesindeki kalp şekilli boşluk bir an parlamış, sonra sessizce sönmüş. Yol açılmış.

Uzun bir yürüyüşten sonra Zelda, Yakamoz ve Maviş, ormanın en derin yerine gelmişler. Burada her şey sessizmiş. Ne bir kuş sesi, ne de bir rüzgâr…

Ve sonunda, küçük bir tepeliğin üstünde, taş bir kaidenin üzerinde durmakta olan Sihirli Feneri görmüşler. Fener neredeyse sönmek üzereymiş; içindeki ışık, zayıf bir nefes gibi titriyormuş.

Zelda’nın boğazı düğümlenmiş.

İşte… Bu yüzden gökyüzü bu kadar karanlık…
Evet. demiş Yakamoz. Ona yardım etmeliyiz. Ama bu fener, sıradan bir ateşle yanmaz. Onu, kalbinden çıkan gerçek bir dilekle uyandırabilirsin.

Zelda şaşırmış.

Gerçek bir dilek mi? Yani… oyuncak, şöhret, zenginlik falan isteyemem mi?
Onlar da gerçektir ama kısa sürer. Bu fener, hem sana hem başkalarına iyi gelen bir dileği sever.

Zelda fenerin yanına diz çökmüş. Ellerini fenerin soğuk metaline koymuş. Gözlerini kapatmış, derin bir nefes almış.

İçinden önce küçük istekler geçmiş: “Keşke hiç kimse bana gülmeseydi… Keşke hep cesur hissetseydim… Keşke hiç hata yapmasaydım…”

Sonra annesinin yüzünü, kasabadaki diğer çocukların yıldızsız gökyüzüne bakarkenki hayal kırıklığını, yalnız kalmış Sihirli Fener’i düşünmüş. Gözlerinden yaşlar süzülmüş.

Sonunda fısıldamış:

Gerçek dileğim şu…
Gökyüzü tekrar ışıldasın. Ama sadece kasabamız için değil. Karanlıktan korkan, yalnız hisseden, kendine inanmayan her çocuk, bir gün gökyüzüne bakıp ‘Ben de parlayabilirim’ diyebilsin. Sonra… Eğer mümkünse, ben de kalbim ne kadar değerli, ne kadar yeterli, ne kadar sevilebilir olduğunu unutmayayım.

Bu sözleri söylerken ses titremiş. Bir damla gözyaşı fenerin üzerine düşmüş. O anda, fenerin içindeki ışık, Zelda’nın kalp atışıyla birlikte bir kez titremiş, sonra birden parlamaya başlamış.

Fener, sanki içinde küçük bir güneş varmış gibi ışıldamış. O ışık, ormanın karanlık dallarına, gökyüzündeki kalın bulutlara kadar ulaşmış. Bulutlar yavaş yavaş çekilmiş, yıldızlar tek tek yeniden görünmeye başlamış.

Yakamoz sevinçle dönüp Zelda’ya bakmış.

Başardın, Zelda!
Gerçekten… oldu mu?
Gökyüzüne bak.

Zelda yukarı bakmış; gözleri yaşla dolu olduğu için yıldızlar sanki dans ediyormuş gibi görünmüş. Kalbi hem hafif, hem doluymuş.

Ben… gerçekten başardım.
Evet. Çünkü sadece gökyüzü için değil, başkalarının kalbi için de diledin. En güçlü ışık, paylaşılmak isteyendir.

Maviş sevinçle zıplamış.

Miyav miyav!
Evet Maviş, sen de çok yardımcı oldun. diye gülmüş Zelda.

Dönüş yolu, geliş yolundan daha kolay geçmiş. Artık orman eskisi kadar ürkütücü görünmüyormuş. Ağaçlar, sanki dallarıyla Zelda’ya teşekkür ediyormuş. Dereyi geçerken bu kez hiç ayağı kaymamış.

Kasabaya vardıklarında sabahın ilk ışıkları ufuktan yükselmekteymiş ama gökyüzü, sanki geceyi bırakmak istemiyormuş. Çünkü yıldızlar o kadar parlakmış ki…

Kasabalılar şaşkınlıkla dışarı çıkmış. Herkes gökyüzüne bakıyormuş. Zelda’nın annesi kızını görünce koşup sıkıca sarılmış.

Zelda! Döndün! Çok korktum…
Ben de korktum anne. Ama korkmaktan daha çok, hiçbir şey yapmamaktan korktum.

Kasaba halkı etraflarına toplanmış, Yakamoz’u ve Zelda’nın elindeki eski feneri görünce fısıldaşmaya başlamışlar.

Yaşlı kasaba bilgesi öne çıkmış.

Demek efsane gerçekmiş. Parlayan Orman hâlâ bizi duyuyormuş.
Zelda’ya bakmış ve eklemiş:
Sen artık sadece kasabamızın bir çocuğu değilsin Zelda. Sen, kendi korkusunun üstüne yürümeyi seçenlerin simgesisin.

Zelda utangaçça gülmüş, yanağını annesinin omzuna yaslamış.

Ben sadece gökyüzünün üzgün olmasına dayanamadım.
Bazen en büyük kahramanlıklar, ‘dayanamıyorum’ diyen kalplerden doğar. demiş bilge.

O günden sonra kasabada hava kararıp yıldızlar çıktığında, çocuklar gökyüzüne bakıp birbirlerine fısıldarlarmış:

Bak, şu en parlak yıldız var ya… Bence o, Zelda’nın cesaretidir.
Evet, bir de “Kalbini unutma” diyor gibi parlıyor.

Zelda ise her gece penceresinin önüne oturur, gökyüzüne bakar, içinden sessizce şöyle dermiş:

Korksam da gidebildim. Üzülsen de yürüyebilirsin, Zelda. Başkalarını düşündüğün sürece, kalbin asla yalnız değil.

Yakamoz bazen yine gelirmiş, Maviş de onun kucağında mırlarmış. Gökyüzü, artık sadece kasabanın üstünde değil, çocukların kalbinde de parlıyormuş.

Ve işte böylece, küçük bir kız, bir kedi ve minik bir ışık, koca bir gökyüzünün yeniden nefes almasına yardım etmiş. Çünkü sonunda herkes şunu anlamış:

En parlak fener, insanın içindeki sevgidir.

Yazıyı Paylaş: