Tatlı Lapa Masalı
Uzak diyarların birinde, yüksek dağların ardında ve masmavi göllerin kıyısında, küçük ama neşeli bir köy vardı. Bu köyün en meşhur yemeği “Tatlı Lapa” idi. Her sabah, güneş doğarken, köylülerin evlerinden tarçın, bal ve süt kokusu yükselirdi.
Köy halkı, tatlı lapayı yalnızca karnını doyurmak için değil, aynı zamanda dostluk, sevgi ve paylaşmak için pişirirdi. Çünkü lapayı paylaştıkça, kalpler de yumuşar, yüzler de gülerdi.
Ama bir gün köyde büyük bir sorun çıktı: Lapa karıştırmak için kullanılan sihirli tahta kaşıklar kayboldu! Bu kaşıklar olmadan lapa pişirilemiyor, köyün mutlu kahvaltı sofraları bomboş kalıyordu.
Köyün en cesur çocuğu olan Elif ve en meraklı çocuğu olan Emir, bu kayıp kaşıkları bulmaya karar verdi.
Elif sabah erkenden Emir’in kapısını çaldı.
— “Emir, kalksana! Tatlı lapa yapamıyoruz, herkes üzgün. Hadi şu kaşıkları bulalım!”
Emir uykulu gözlerle kapıyı açtı.
— “Ama Elif, koca köyü aradılar, kimse bulamadı. Biz nasıl bulalım ki?”
Elif gözlerini kararlı bir şekilde kısarak dedi ki:
— “Çünkü biz çocukların kalbi temizdir. Belki de kaşıkları bulacak olan sadece çocuklardır.”
Emir biraz düşündü, sonra gülümsedi:
— “Peki, o zaman sırt çantamı alıyorum. Bu macera tatlı lapa uğruna değer!”
İki çocuk yola koyuldu. Ormanın girişinde yaşlı bir kaplumbağa onlara yol gösterdi.
— “Çocuklar, kayıp kaşıkları arıyorsanız, önce Ormanın Şarkı Kuşu’na danışmalısınız.”
Elif heyecanla sordu:
— “Peki o kuş nerede yaşar?”
Kaplumbağa gülümsedi:
— “Şelalenin tepesinde. Ama dikkat edin, şelaleye çıkan yolda sabırsız olursanız kaybolursunuz.”
Emir biraz korktu:
— “Kaybolmak mı? Elif, emin misin?”
Elif elini onun eline koydu:
— “Korkma Emir, birlikteyiz. Biz sabırlıyız.”
Çocuklar uzun yürüyüşten sonra şelalenin tepesine vardılar. Gerçekten de rengârenk tüyleriyle bir kuş onları bekliyordu.
— “Hoş geldiniz çocuklar! Kayıp kaşıkları arıyorsunuz biliyorum. Ama size hemen söylemem, önce bilmeceyi çözmelisiniz.”
Emir mırıldandı:
— “Ahh yine bilmece! Benim karnım zaten acıktı.”
Kuş gülerek sordu:
— “Ben tatlıyım ama şeker değilim. İçimi ısıtırım ama çorba değilim. Paylaşılınca çoğalırım ama eşya değilim. Ben neyim?”
Elif ellerini çenesine koydu, düşünmeye başladı. Sonra gözleri parladı:
— “Tatlı lapa!”
Kuş kanatlarını çırptı:
— “Doğru! Demek gerçekten lapayı seven çocuklarsınız. O halde size ipucu vereceğim: Kaşıkları, Dağların Arkasındaki Gümüş Kazan bekliyor.”
Çocuklar uzun bir yürüyüşten sonra dağların ardına ulaştı. Orada dev gibi bir kazan vardı. Kazanın içi kaynıyordu ama içinde lapa yoktu, sadece ışıklar dönüp duruyordu.
Birden kazandan gür bir ses yükseldi:
— “Kim benim huzuruma gelir?”
Elif cesurca öne çıktı:
— “Biz Elif ve Emir’iz! Kayıp kaşıkları arıyoruz, köyümüz tatlı lapasız kaldı.”
Kazan iç çekti:
— “Kaşıkları ben koruyorum. Ama onları size veremem. Çünkü köyde paylaşmayı unutanlar oldu. Lapa sadece mideyi değil, kalpleri de doyurur. Bana kanıt getirin: Köyünüzde hâlâ paylaşmayı bilen biri var mı?”
Emir telaşlandı:
— “Ama köy çok uzak, nasıl geri döneceğiz?”
Elif gülümsedi:
— “Bazen kanıt yolculukta saklıdır.”
Tam o sırada, ormandan küçük bir tavşan çıktı. Zavallı tavşan çok aç görünüyordu. Çocukların yanında ise sadece küçük bir ekmek parçası vardı.
Emir ekmeğe baktı, sonra tavşana.
— “Elif, biz bu ekmeği paylaşmazsak aç kalacağız. Ama tavşan da çok aç.”
Elif derin bir nefes aldı.
— “Tatlı lapa paylaşmak içindir. Ekmek de öyle. Tavşan yesin, biz biraz daha sabrederiz.”
Tavşan ekmeği mutlulukla yedi, sonra hoplayarak kazanın içine atladı. Ve birden kazanın içindeki ışık parladı, içinden üç sihirli tahta kaşık çıktı!
Kazan konuştu:
— “İşte kanıtınız! Siz hâlâ paylaşmayı biliyorsunuz. O yüzden köyünüz kurtulacak.”
Elif ve Emir kaşıkları alıp köye döndü. Köylüler onları sevinç gözyaşlarıyla karşıladı. O gün, köy meydanında kocaman bir kazan tatlı lapa pişirildi. Herkes birbirine gülümseyerek lapasını paylaştı.
Köyün yaşlı bilgesi dedi ki:
— “Unutmayın, tatlı lapa sadece bir yemek değildir. Kalplerimizi birleştiren bir sihirdir.”
Elif ile Emir gururla birbirine baktı. Çünkü biliyorlardı ki asıl sihir kaşıklar değil, paylaşmanın kendisiydi.
O günden sonra köyde her lapa pişirildiğinde, çocuklar birbirine şöyle derdi:
— “Kaşıklar kaybolsa da kalbimizdeki paylaşma hiç kaybolmasın.”
Ve tatlı lapanın kokusu, köyden gökyüzüne yükselerek bütün dağlara, ormanlara ve yıldızlara ulaştı.