Silahlar Ülkesi Masalı
Bir varmış, bir yokmuş… Uçsuz bucaksız dağların ardında, devasa surlarla çevrili, kimsenin girip çıkamadığı gizemli bir ülke varmış. Bu ülkenin adı Silahlar Ülkesi’ymiş. Tüm sokaklar, meydanlar ve saraylar silahlarla doluymuş. Ama bu silahlar, konuşabiliyormuş.
Kılıçlar gururluymuş, tüfekler kibirli, oklar kıvrak zihinli, bombalar ise biraz dengesizmiş.
Günün birinde, ülkede büyük bir huzursuzluk çıkmış. Çünkü silahlar artık neye yaradıklarını sorgulamaya başlamış.
"Ben sadece kesmek için varım, bu çok üzücü," demiş paslı bir kılıç, köhne bir han duvarına yaslanarak.
"Ben patlayınca herkes korkuyor, kimse sevinmiyor. Ben neden bu kadar yalnızım?" diye homurdanmış, bir köşede unutulmuş bir bomba.
Ama bu ülkenin kralı, kibirli ve korkak bir topmuş. Adı Top Paşa’ymış. Koca gövdesiyle sarayın en yüksek kulesinde oturur, herkese emir yağdırırmış.
"SUSUN!" diye gürlemiş bir gün. "Silahlar asla sorgulamaz! Biz, gücün sembolüyüz! Duygularınız lüzumsuz!"
Ama her şey, bir gün ülkeye yanlışlıkla düşen küçük bir kız çocuğuyla değişmiş: Mila.
Mila, gökten sarkan bir kuş yuvasını almak isterken dengesini kaybetmiş ve ormanın derinliklerine yuvarlanmıştı. Gözlerini açtığında kendini bambaşka bir dünyada bulmuş. İlk gördüğü şey, ona doğru yürüyen konuşan bir hançer olmuş.
"Sen... sen bir insansın!" demiş hançer, irkilerek.
"Evet… galiba… ama sen bir… bıçağın yürüyeni gibisin?"
"Ben Hanzo. Burası Silahlar Ülkesi. Beni takip et, burada uzun süre yalnız kalmamalısın."
Mila, Hanzo’yu takip etmiş. Yolda ona türlü silahlar rastlamış. Hepsi önce korkmuş, sonra merakla yaklaşmış. Bu küçük kız, daha önce hiç görmedikleri bir canlıymış. Mila ise hem korkmuş hem şaşırmış ama gülümsemeyi bırakmamış.
"Siz neden bu kadar üzgünsünüz?" diye sormuş çocuk.
"Çünkü biz, zarar vermek için yapılmışız," demiş yaşlı bir tüfek, gözyaşları damla damla namlusundan akarken.
"Ben kimseye zarar vermek istemiyorum," demiş Mila, titreyerek.
"Ama buraya gelen herkes ya korkar ya kaçardı. Sen bizi dinliyorsun," demiş okçu yayı.
Mila, silahlara bir teklif sunmuş:
"Belki birlikte başka bir amacınız olabilir. Belki koruyucu olabilir ya da bir oyunun parçası olabilirsiniz. İnsanlar gibi… siz de değişebilirsiniz."
Bu sözler, silahların kalbine dokunmuş. Ama Top Paşa, Mila’nın saraya geldiğini duymuş ve küplere binmiş.
"İNSAN MI!? Bu ülkede yüzyıllardır insan yoktu! Getirin onu!"
Saray askerleri Mila’yı yakalamış ve Top Paşa’nın huzuruna çıkarmış.
"Sen kimsin ki silahların aklını çeliyorsun?" diye haykırmış Top Paşa.
"Ben sadece Mila’yım. Ama herkes gibi benim de kalbim var. Siz de duygularınızı bastırmak zorunda değilsiniz. Belki silahlar da sevebilir."
Top Paşa bir an duraklamış. Koca gövdesiyle sarsılmış. Ardından kahkahalarla gülmüş.
"Silahlar… sevmek mi? Bu saçmalık! Biz savaşa hizmet ederiz!"
Ama tam o sırada, sarayın pencerelerinden bir ses yükselmiş. Yüzlerce silah sarayın önünde toplanmıştı.
"Yeter!" diye haykırmış yaşlı tüfek. "Kendimizi artık tanımak istiyoruz. Korku değil, umut yaymak istiyoruz!"
"Ben artık oyuncak olmak istiyorum!" demiş bir yay.
"Ben müzik yapmak istiyorum!" diye bağırmış küçük bir tabanca. "Bakın, sesim tıpkı trampet gibi çıkıyor!"
Top Paşa öfkeyle bağırmış. "İhanet! Savaşsız bir dünya, silahsız bir ülke… anlamsız olur!"
O sırada Mila öne çıkmış, elini Top Paşa'nın soğuk çelik yüzeyine koymuş.
"Belki de savaşsız bir dünya, senin en derin arzundur. Kimse seni anlayamadığı için böyle oldun."
Top Paşa duraklamış. Gözlerini kısmış. Yıllardır içinde bastırdığı bir şey kabarmış gibiymiş.
"Ben... ben aslında barış topuydum. Gökyüzüne konfeti fırlatırdım eskiden... ama insanlar beni savaşa çevirdi."
Top Paşa’nın gövdesi sarsılmış. Ardından birden rengi değişmiş. Parlak, rengârenk bir topa dönüşmüş. Gökkuşağı gibi ışık saçmaya başlamış.
"Ben... geri dönebilirim," demiş kısık bir sesle. "Belki hâlâ zaman vardır."
O günden sonra, Silahlar Ülkesi değişmiş. Silahlar fabrikalarda oyuncaklara, müzik aletlerine, hatta sanat eserlerine dönüştürülmüş. Mila’nın önerisiyle ülkeye bir "Barış Atölyesi" kurulmuş.
Bir gün Mila’ya bir mikrofon şekline dönüşmüş eski bir bomba şöyle demiş:
"Sen gelmeseydin biz hâlâ kendimizden nefret ediyor olurduk."
Mila gülümsemiş:
"Herkesin içinde iyilik vardır. Sadece biri çıkıp onu hatırlatmalı."
Aylar sonra Mila, bir gün uyanmış ve kendini tekrar ormanda bulmuş. Rüyaydı belki, belki de başka bir evrenin yolculuğuydu. Ama bir şeyi hiç unutmamış:
Silahlar bile isterse barışa dönüşebilir.
Ve çocukların kalbinde bu masal şöyle kalmış:
“En güçlü silah, sevgi ve anlayıştır."