Labubu Masalı
Gökyüzünün karanlık saatlerinde, şehir lambalarının titrek aydınlığı altında yaşayan küçük bir çocuk vardı; adı Kerem’di. Kerem’in odasında bir sürü oyuncak, poster, kitap ve parlak renklere sahip yatak örtüleri olurdu fakat bunların arasında yalnızca bir oyuncak, geceleri gizlice canlanırdı. Bu oyuncak, sivri kulaklı, kıvrak dilli ve meraklı bakışlara sahip Labubu’ydu.
Labubu’nun gözleri gündüzleri cam gibi donuk dururdu. Ama gece… gece olunca, tam Kerem’in gözleri kapanırken, oyuncak sanki içindeki bir gizli enerjiyi açığa çıkarır, dünya ile başka bir boyut arasında köprü kurardı. Kerem, Labubu’nun bir kukla ya da sıradan bir oyuncak olmadığını sezse de, bunun sırrını tam anlayamıyordu.
Bir gece, Kerem yorganına sarılıp uykuya yenilirken, Labubu titredi. Kulaklarının içinden fosforlu, mor renkte bir duman yükseldi. Bu duman odanın duvarlarına doğru yayıldı, gölgeler kıpırdanmaya başladı. Labubu’nun gözleri parıldadı ve hafif bir fısıltıyla konuştu:
— Macera başlıyor… Hazır mısın Kerem?
Kerem şaşkınlıkla gözlerini açtı, uykusu bir anda kaçtı.
— Labubu? Sen… Konuşuyorsun!
— Konuşuyorum elbette! Ama sadece doğru kişiye. Bugün cesaretin dile geldi. Bugün uykudan kalktın, korkudan değil. Bu yüzden seni çağırdım.
Kerem yatağından doğruldu. Kalbi hızla çarpıyordu ama içinde garip bir heyecan vardı.
— Peki, nereye gideceğiz?
Labubu havaya zıpladı, küçük bir yıldız gibi ışık saçtı.
— Rüyalar Diyarı’na! Orada kayıp bir ışık çocuklarını bekliyor. Onlar olmadan dünya uykuyu kaybedecek. Herkes kabuslar içinde kıvranacak.
Kerem’in yüzü ciddileşti.
— Ben… ne yapabilirim ki? Ben sadece çocuğum.
— Tam da bu yüzden! Çocuklar rüyaların efendisidir. Yetişkinler mantıkla boğulur; sen hayal gücüyle nefes alırsın. Hadi, korkma.
Odada gizli bir kapı belirdi; uykulu mavi renkte, puslu gibi parlıyordu. Kapının üstünde küçük damlalar ve yıldızlar vardı. Labubu, Kerem’in elini tuttu.
— Hazırsan geçelim. Ama aklında bir şey tut: Gerçek dünyada bedenin uyuyor olacak. Burada düşersen, sadece hayalin kırılır… ama hayal kırıldığında insan büyür.
Bu sözler Kerem’in içini ürpertti, ama aynı zamanda güç verdi. Başını salladı.
— Ben hazırım.
Rüyalar Diyarı’na adım attıklarında, gökyüzü mor ve altın renkte dalgalanıyordu. Devasa ağaçlar, pamuk şekerine benzeyen dallar taşıyor, zemin ise parlak turkuaz çimenlerle kaplıydı. Minik yaratıklar koşuşuyor, gökkuşağı gibi kuyruklar bırakıyordu.
Kerem nefesini tuttu.
— Burası… Büyülü!
Labubu gururla başını salladı.
— Evet ama güzelliğin ardında bir tehlike var. Kabus Dağı yaklaşıyor. Karanlık Yutan, rüyaları çalmaya başladı. Eğer onu durduramazsak, çocuklar uyandığında hiçbir şey hatırlamayacak. Ne umut, ne mutluluk… sadece boşluk.
Bir yaratık yanlarına geldi. Gözleri iri, kulakları tüylerle kaplı, titrek bir sesle konuştu:
— Labubu! Kaçtık, saklandık ama artık gücümüz yok! Karanlık her yeri yutuyor. Çocuklar korkularına yeniliyor.
— Panik yok, Ufakçık. Sana bir kahraman getirdim.
Ufakçık Kerem’e baktı.
— Bu çocuk mu?
Kerem kızardı.
— Elimden geleni yaparım. Ama ne yapacağımı bilmiyorum.
Labubu konuştu:
— Rüyaların gücü, onları hayal edenin kalbinden gelir. Kalbin, korku yaratırsa kabusa dönüşür. Umut yaratırsa ışığa… Sen hangi tarafta olacaksın?
Kerem düşündü. Gözlerinde bir kararlılık belirdi.
— Işıktan yana olacağım.
Kabus Dağı’na doğru ilerlerken etrafları değişmeye başladı. Renkler soldu, gökyüzü kurşuni bir tona döndü. Çimenler yerini gri toza bıraktı. Gölgeler onların adımlarını izliyor gibiydi.
Birden önlerinde devasa bir siluet belirdi. Vücudu duman gibi, gözleri ateş gibiydi.
— Karanlık Yutan benim! Bu diyar artık bana ait!
Kerem korkudan titredi, ama Labubu hemen karşılık verdi.
— Bu diyar senin değildi, hiç olmayacak! Rüyalar, korkunun değil, umudun evinde doğar!
Karanlık Yutan güldü.
— Küçük sözlerle gelen büyük yenilgiler gördüm. Çocuğu bana ver. Onu kabus yapacağım; herkes onu hatırlayacak.
Kerem öne çıktı.
— Ben senin korkun olamam. Ben kendime bile korkmuyorum artık.
Karanlık Yutan hırladı.
— Korku yoksa güç de yok!
Kerem derin bir nefes aldı ve bağırdı:
— Korku sadece gölgedir. Işık gelince yok olur!
Bu sözle birlikte, Kerem’in etrafında arı kovanı gibi ışık küreleri belirdi. Kürelerden çocuk kahkahaları, şarkılar, hayallerin sesi duyuldu. Işık dalgası Karanlık Yutan’a çarptı.
Dev, acıyla geri çekildi.
— Bu… Bu nasıl olabilir?
Labubu coşkuyla bağırdı:
— Çocukların hayalleri, hiçbir gölgeye teslim olmaz!
Karanlık Yutan yok olmaya başladı. Ardında kalan tek şey sessiz bir sis oldu.
Ufuk yeniden renklendi. Gökyüzü şafak gibi parladı. Çimenler canlı renklere döndü.
Ufakçık sevinçle zıpladı.
— Başardık! Çocuklar kurtuldu!
Labubu Kerem’e döndü.
— Sen başardın. Korkunun içinden geçtin, onu boğa boğa aşmadın; anlamını değiştirdin. İşte gerçek güç bu.
Kerem gururla gülümsedi.
— Peki şimdi ne olacak?
— Şimdi uyanacaksın. Dünya seni bekliyor. Rüyaların gölgesi değil; ışığı peşinden gelsin.
Kerem gözlerini açtığında odasında güneş vardı. Labubu yine oyuncak gibi, yatağın ucundaydı. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Ama Kerem biliyordu: Her şey olmuştu.
Labubu’nun gözleri kısa bir an parladı. Çok kısa. Belki hayal, belki gerçek.
Kerem fısıldadı:
— Teşekkür ederim.
Labubu’nun sesi hafifçe yankılandı, sadece Kerem’in duyabileceği kadar gizli:
— Rüyalar asla bitmez. Sadece yeni kahramanlar bekler.
Ve Kerem o günden sonra korkularını saklamadı. Onlarla konuştu, onları anlamaya çalıştı. Çünkü biliyordu: Korku gölgeydi, gölgenin arkasında mutlaka bir ışık vardı.