Elma Kurdu Masalı
Bir varmış, bir yokmuş... Güneşin altın ışıklarıyla parladığı, kuşların sabah ezgileriyle dolu yemyeşil bir bahçede, dallarında yüzlerce elma taşıyan koca bir elma ağacı varmış. Bu ağacın en tepesinde ise, rüzgârla birlikte hafifçe sallanan parlak kırmızı bir elma dikkat çeker dururmuş.
O elmanın içinde ise minicik, tatlı mı tatlı bir elma kurdu yaşarmış. Adı Kıtır’mış. Henüz yeni doğmuş bir kurtçuk olduğu için dış dünyayı hiç görmemiş, sadece elmasının içindeki taze kokuyu bilirmiş.
Bir sabah, güneş elmanın kabuğuna vurmuş, ışık içeriyi aydınlatmış. Kıtır gözlerini kısarak ışığa bakmış.
— “Bu da ne böyle? Elmamın içi niye parlıyor?” demiş merakla.
Dışarıdan incecik bir ses cevap vermiş:
— “Güneşin ışığı, küçük dostum. Günaydın!”
Kıtır irkilmiş, sesi nereden geldiğini anlamaya çalışmış.
— “Kim var orada?”
— “Ben Güneş! Ağaçtaki her canlıya günaydın derim. Seninle de tanışmak istedim.”
Kıtır biraz utanmış, biraz da şaşırmış.
— “Ben de Kıtır... Elmamda yaşıyorum. Dışarısı nasıl bir yer Güneş?”
— “Işık, renk ve hayat dolu! Kuşlar uçuyor, arılar çiçeklerde dans ediyor. Bir gün sen de görmelisin.”
Bu konuşma, Kıtır’ın içinde bir merak ateşi yakmış. Günlerce dışarıyı hayal etmiş. Nihayet bir sabah, elmasının duvarına hafifçe dişini geçirmiş ve küçük bir delik açmış. Gözlerinden içeri güneş ışığı süzülmüş, dışarıyı ilk kez görmüş.
— “Vay canına! Dünya gerçekten bu kadar güzel miymiş!” diye bağırmış.
Tam o sırada bir serçe, dalına konmuş ve onu duymuş.
— “Kim bağırıyor orada?” diye sormuş serçe cıvıldayarak.
— “Ben, elma kurdu Kıtır!”
Serçe şaşırmış.
— “Sen mi konuşuyorsun? Normalde elma kurtları sadece elmayı yer.”
Kıtır biraz utanarak cevap vermiş:
— “Ben farklıyım sanırım... Elmamın içi çok güzel ama dışarıyı da merak ediyorum.”
Serçe gülmüş.
— “O zaman seni gezdirebilirim küçük dostum.”
Ama Kıtır tereddüt etmiş.
— “Ben elmamdan uzaklaşamam ki… burası benim evim.”
Serçe kanatlarını çırpmış.
— “Bazen ev, sadece bir yer değildir Kıtır. Bazen görmek, öğrenmek de evin bir parçasıdır.”
Bu sözler Kıtır’ın kalbinde yankılanmış. Geceleri uyuyamaz olmuş. Dışarıyı, gökyüzünü, bahçedeki diğer ağaçları merak etmiş.
Bir sabah, kararını vermiş.
— “Tamam! Bugün dışarı çıkıyorum!”
Biraz korkmuş ama serçe hemen yardıma koşmuş. Deliği biraz genişletmişler ve sonunda Kıtır, kabuğun dışına çıkmış. Gözleri kamaşmış, rüzgâr tenine dokunmuş, ilk kez özgür hissetmiş.
— “Bu his... muhteşem!”
Serçe gülmüş.
— “Hoş geldin dünyaya, küçük kurt!”
Kıtır, dallardan aşağı bakınca gövdesi kadar büyük karıncalar, parlak kabuklu böcekler, rengarenk çiçekler görmüş. Bir süre ağacın gövdesinde dolaşmış, sonra serçeyle birlikte bahçeyi gezmeye başlamışlar.
Bir süre sonra...
Kıtır bir çiçeğin üstünde dinlenirken, bir uğur böceği yanına gelmiş.
— “Selam küçük kurt, sen elmalardan uzaklaşmazdın hani?”
— “Macera zamanı geldi!” demiş Kıtır gülerek. “Artık dünyayı tanımak istiyorum.”
Uğur böceği kıkırdamış.
— “Dikkat et, her şey parlak görünse de bazı yerler tehlikelidir.”
Kıtır başını sallamış ama içindeki merak çok baskınmış. Serçe ile birlikte ilerledikçe bir elma sepeti görmüşler. Bahçeye gelen bir çocuk, ağaçtan elma toplamaktaymış. Tam da Kıtır’ın eski yaşadığı elmayı koparmış!
Kıtır paniklemiş:
— “Aman Tanrım! Evim gidiyor!”
— “Sakin ol,” demiş serçe, “belki bu bir şanstır.”
Çocuk elmayı alıp piknik örtüsünün üzerine koymuş. Kıtır uzaktan izlemiş. Küçük kız elmayı dikkatle incelemiş, üzerindeki minik deliği fark etmiş.
— “Anne bak! Bu elmanın içinde küçük bir delik var. Belki içinde biri yaşamıştır.”
Annesi gülmüş.
— “Doğadır kızım, bazen içlerinde küçük dostlar olur.”
Kız elmayı yememiş, kenara bırakmış. Kıtır içinden derin bir nefes almış.
— “Demek insanlar da nazik olabiliyor...”
Serçe başını sallamış.
— “Her canlıda iyi kalplilik vardır, Kıtır. Yeter ki sen de iyi kal.”
Bir süre sonra gökyüzü bulutlanmış, rüzgâr sertleşmiş. Kıtır serçeye sıkıca tutunmuş.
— “Rüzgâr çok güçlü! Düşeceğim!”
— “Sıkı dur!” diye bağırmış serçe. “Ağacına geri dönüyoruz!”
Fakat rüzgâr o kadar güçlüymüş ki, Kıtır bir anda kanattan savrulmuş ve toprağın üzerine düşmüş. Yağmur başlamış, toprak çamur olmuş. Kıtır çaresiz kalmış, üşümeye başlamış.
— “Serçeee! Neredesin?” diye bağırmış, ama sesini kimse duymamış.
O an karanlığın içinden bir ses yükselmiş.
— “Üzülme küçük dost.”
Bir solucanmış bu. Toprağın içinden çıkmış, başında bir çiçek yaprağı varmış.
— “Ben Toprak, senin gibi yeraltında yaşarım. Gel, yağmur dinene kadar benimle kal.”
Kıtır minnetle kabul etmiş. İkisi toprağın altına girip küçük bir oyukta sığınmışlar. Kıtır olan biteni anlatmış; elmasından ayrıldığını, dünyayı gördüğünü, evinin gittiğini…
Toprak gülümsemiş.
— “Evini kaybetmedin aslında. Gittiğin her yer artık senin evin.”
Kıtır’ın kalbi bir kez daha ısınmış. Yağmur durmuş, güneş yeniden parlamaya başlamış. Toprak dışarı bakmış.
— “Güneş çıktı. Hadi, seni ağacına götüreyim.”
Serçe de o sırada telaşla onu arıyormuş. Kıtır’ı görünce sevinçle çığlık atmış.
— “Kıtır! Seni buldum!”
Kıtır mutlulukla zıplamış.
— “Ben de seni arıyordum! Artık korkmuyorum serçe. Düşsem bile, her seferinde bir dost buluyorum.”
Serçe onu kanadına almış, yeniden elma ağacının dallarına çıkarmış. Kıtır küçük bir yaprağın altına sığınmış, gökyüzüne bakmış. Artık o, sadece bir elma kurdu değilmiş; cesur, meraklı ve kalbi sevgi dolu bir yolcuymuş.
Güneş son bir kez ona seslenmiş:
— “Gördün mü küçük dostum? Dünyayı tanıyan her yürek büyür.”
Kıtır gülümsemiş.
— “Evet Güneş. Artık sadece bir elma kurdu değilim. Ben, hayatı seven bir kurdum.”
O günden sonra Kıtır, her sabah güneşe selam verip, bahçedeki diğer canlılara hikâyelerini anlatır olmuş. Artık herkes onu tanır, dinler ve severmiş.
Ve elma ağacı her yeni baharda, dallarında onun gibi cesur küçük kurtlara ev sahipliği yapmış.