Cinnamoroll Masalı
Cinnamoroll, sabahları her zamanki gibi şehrin üzerinde süzülerek güne başlıyordu. Kuyruğu kabarıktı, kulakları uzundu ve gökyüzü onu her zamanki gibi sevgiyle karşıladı. Ama bugün havada bir tuhaflık vardı. Rüzgarın kokusu değişmiş, bulutlar alışılmadık şekilde parçalanmıştı. Cinnamoroll’un hassas kulakları bu garipliğin fısıltısını çoktan duymuştu.
Evine dönmek üzereyken, uzak bir bulut parçasının solup yok olduğunu fark etti. O an içi titredi. Kaybolan şey buluttu ama hissettirdiği duygu çok daha ağırdı; sanki bir dostu yardım istiyordu.
— “Bunu araştırmam gerek!” dedi kendi kendine.
Şehrin meydanına indiğinde Chiffon, Mocha ve Espresso onu bekliyordu. Üçü de endişeliydi. Mocha gözlerini kocaman açarak koştu.
— “Cinnamoroll! Sen de fark ettin mi? Bulutlar… eksiliyor.”
Espresso gözlüklerini düzeltti, her zamanki ciddi tavrıyla:
— “Bu meteorolojik bir dengesizlik olabilir… ya da birinin işi!”
Chiffon ise ürpererek:
— “Bulutlar olmadan biz nasıl uçacağız?” diye sordu.
Cinnamoroll kulaklarını çevirdi, cesaret toplamıştı.
— “Arkadaşlar, bir şeyler ters gidiyor. Kaybolan bulutlardan biri bana seslendi… yardım ister gibiydi.”
Herkes şaşkınlıkla birbirine baktı. Mocha bile konuşmayı unuttu.
— “Bulut… sana mı konuştu?”
— “Evet. Ben de tam anlamadım ama içimde hissettim. Gitmem gerekiyor.”
Chiffon hemen öne atıldı.
— “Yalnız gitmiyorsun!”
Ama Cinnamoroll başını salladı.
— “Bunun kaynağını bulmam gerek. Uçarken kulaklarımı daha iyi kullanırım. Tek gitmeliyim. Siz de şehri koruyun.”
Arkadaşları kararsızdı ama Cinnamoroll’un kararlılığı gökyüzünü bile aydınlatıyordu. Birkaç saniye sonra kulaklarını açtı, rüzgâr gibi yükseldi.
Yol boyunca bulutların eksildiğini, gökyüzünün griye döndüğünü fark etti. Renkler soluyor, hava ağırlaşıyordu. Normalde tatlı kokan rüzgâr bu sefer buruktu.
Derken, gökyüzünün en uzak köşesinde yumuşacık bir inilti duydu. Cinnamoroll hızlandı. İniltinin kaynağı yalnız bir bulutcuğuydu. Neredeyse şeffaflaşmıştı.
— “Yardım… et…” diye fısıldadı bulut.
Cinnamoroll hemen yanına uçtu.
— “Ne oldu sana? Neden bu kadar zayıflamışsın?”
Bulut hüzünlüydü.
— “Gölgeler… beni çaldı. Işığımı aldılar. Arkadaşlarımı da.”
— “Gölgeler mi? Kim bunlar?”
Bulutun titreyen sesi rüzgara karıştı:
— “Düşmüş Işık Vadisi’nde… Siyah Kuyruklu Rüzgar adındaki biri var… ışıkları toplayıp karanlık yaratıyor…”
Cinnamoroll’un kalbi hızlandı. Işıkları çalmak gökyüzünü öldürmek demekti.
— “Merak etme. Seni ve diğerlerini kurtaracağım.”
Bulutun göz kırpan küçük buhar tanecikleri Cinnamoroll’a teşekkür gibiydi. Cinnamoroll onu daha güvenli bir yere bıraktı, sonra hiç düşünmeden Düşmüş Işık Vadisi’ne doğru yola çıktı.
Vadinin girişinde hava tamamen kararmıştı. O kadar yoğun bir gölge vardı ki, güneş ışığı içeri giremiyordu. Cinnamoroll’un kulakları bile üşüdü.
Vadinin derinliklerinde bir uğultu yükseldi.
— “Kim geliyor…” diye tısladı bir ses.
Cinnamoroll geri adım atmadı.
— “Ben Cinnamoroll. Bulutları neden çalıyorsun?”
Karanlığın içinden, kuyruğu siyah duman gibi savrulan dev bir yaratık çıktı. Uzun kulakları vardı ama onlar yırtık gibiydi. Cinnamoroll’unkine benzer bir şekli olsa da her yanı gölgelerden yapılmıştı.
Siyah Kuyruklu Rüzgar kahkaha attı.
— “Gökyüzünü aydınlatmak bana ne kazandıracak? Karanlıkta güç var. Bulutlar ışık taşır. Ben o ışığı topluyorum.”
Cinnamoroll öfkeyle:
— “Gökyüzü hepimizindir! Işığı çalamazsın!”
— “Göreceğiz.” dedi yaratık.
Gölgeler büyüdü, vadinin üzerine çöktü. Cinnamoroll ise kulaklarını açarak havalandı. Gölgeler ona doğru saldırdı. Cinnamoroll hızlıydı ama karanlık onu sarmaya başlamıştı.
Bir anda kendi içindeki ışığı hatırladı. Arkadaşlarını, bulutların kahkahalarını, rüzgârın sıcaklığını düşündü. O an kalbi parladı. Kulaklarından ince bir beyaz ışık taştı.
Siyah Kuyruklu Rüzgar geri çekildi.
— “Bu… bu nasıl mümkün? Bu kadar saf bir ışık…”
Cinnamoroll kararlıydı.
— “Bu ışık yalnızlıktan değil, sevgiden doğar!”
Işık büyüdü. Gölgeler çatırdadı.
Tam o anda bulutların çalınmış ışığı vadinin ortasında hapsedilmiş bir küre halinde duruyordu. Cinnamoroll hızla o küreye yöneldi.
Siyah Kuyruklu Rüzgar bağırdı:
— “Dokunursan dağılırsın!”
— “Denemeden bilemem!” diye haykırdı Cinnamoroll.
Işığa dokundu. Kalbinde sıcak bir fısıltı oldu; sanki bütün bulutlar teşekkür ediyordu. Patlayan bir beyaz ışık vadiyi sardı.
Gölgeler buhar olup uçtu. Vadinin karanlık duvarları çatladı, dağıldı. Güneş ışığı içeri doldu. Siyah Kuyruklu Rüzgar gözlerini kıstı.
— “Bu bitmedi…” dedi ve gölgelere karışarak kayboldu.
Cinnamoroll ağır ağır yere indi. Yorulmuştu ama içi hafiflemişti. Bulutların ışığı serbest kalmıştı. Bulutlar bir bir gökyüzüne yükseldi. Hepsi neşeyle Cinnamoroll’un etrafında dönerek teşekkür etti.
Bir bulut şöyle fısıldadı:
— “Sen olmasan yok oluyorduk.”
Cinnamoroll gülümsedi.
— “Birbirimizi korumak için buradayız.”
Gökyüzüne döndüğünde şehir yeniden ışıl ışıldı. Arkadaşları koşarak ona sarıldı.
Mocha gözyaşlarını silerek:
— “Çok endişelendik! Neler oldu?”
Cinnamoroll kulaklarını sarkıttı.
— “Gölge bir tehdit vardı. Ama şimdi ışık geri döndü.”
Chiffon derin bir nefes aldı.
— “Sen gerçekten cesursun.”
Espresso başını salladı:
— “Bu olay gökyüzünün dengesiyle ilgili büyük bir sır olabilir. Araştırmamız gerek.”
Cinnamoroll arkadaşlarına baktı ve içi sıcacık oldu.
— “Ne olursa olsun birlikte çözeriz.”
Gökyüzü, onların kahkahalarıyla uzun süre çınladı.
Ve o günden sonra Cinnamoroll’un adı sadece tatlı bir küçük kahraman değil, gökyüzünün gerçek koruyucusu olarak anıldı.
Ama vadinin derinliklerinde bir yerde, gölgenin fısıltıları hâlâ dolanıyordu.
Yeni bir maceranın başladığını haber verircesine…