Beyaz Diş Masalı
Bir zamanlar, karlı dağların eteğinde, ormanla çevrili küçük bir köy varmış. Bu köyde, herkesin dilinde dolaşan gizemli bir hikâye varmış: Beyaz Diş adında bir kurt efsanesi. Kimi onun kötü bir ruh olduğuna inanır, kimi ise ormanın koruyucu meleği olduğuna…
Köyde yaşayan küçük bir çocuk varmış, adı Mira. Mira’nın en büyük hayali, babası gibi bir avcı olmakmış ama babası “Avcılık, sadece silah değil, yüreğini de yönetmektir kızım,” der dururmuş. Bir gün kar kalınlaşmış, hava soğumuş, ormandan uğultular gelmeye başlamış. Köylüler korkmuş çünkü bu seslerin Beyaz Diş’e ait olduğuna inanırlarmış.
— Anne, sence Beyaz Diş gerçekten var mı?
— “Bilmem yavrum,” demiş annesi, ateşi karıştırırken. “Ama bazen korktuğumuz şeyler, aslında bizi koruyanlardır.”
O gece Mira uyuyamamış. Rüzgârın uğultusu arasında uzaklardan bir uluma sesi duymuş. Gözleri parlamış. “Belki o Beyaz Diş’tir!” diye fısıldamış kendi kendine. Üzerine paltosunu geçirip sessizce dışarı çıkmış.
Orman sessiz ama canlıymış. Ay ışığı kar tanelerini gümüş gibi parlatıyormuş. Mira izleri takip etmiş; karın üzerinde iri kurt ayak izleri… Ama izler bir anda kesilmiş. Tam geri dönecekken, karanlığın içinden iki mavi göz belirmiş. Mira olduğu yerde donup kalmış.
— Korkma küçük insan, seni izliyordum.
— Sen... konuşabiliyor musun?
— Ben Beyaz Diş’im. İnsanlardan genelde uzak dururum ama senin kalbinde korkudan çok merak var. Bu farklı.
Mira şaşkınlıkla geri adım atmış ama korkmamış. Çünkü o gözlerde öfke değil, bilgelik görüyormuş.
— Köydekiler senden korkuyor. Seni kötü bir ruh sanıyorlar.
— Kötülük, insanın kalbinde doğar, kurtların dişinde değil. demiş Beyaz Diş sessizce.
— Ama neden sadece geceleri ortaya çıkıyorsun?
— Çünkü gündüzleri insanlar ormanı kirletiyor. Geceleri ben koruyorum.
O gece Mira ile Beyaz Diş uzun uzun konuşmuşlar. Mira ormandaki yaşamı, kurtların birbirine nasıl sadık olduğunu, sessizliğin nasıl konuştuğunu öğrenmiş.
Sabah olunca Beyaz Diş, “Git, kimseye benden söz etme,” demiş. “Henüz insanlar anlamaya hazır değil.”
Mira söz vermiş ve köye dönmüş.
Köyde büyük bir telaş başlamış. Komşu köyden bir grup avcı, Beyaz Diş’i yakalamak için yola çıkmış. Köylüler de onlara katılmış. Mira ne yapacağını bilememiş.
— Baba, lütfen onları durdur! Beyaz Diş kötü değil!
— “Mira, sen hâlâ çocuk masallarına mı inanıyorsun?”
— Hayır baba, ben onu gördüm! O konuşuyor! O bizi koruyor!
Babası şaşkınlıkla kızına bakmış. Mira’nın gözlerindeki ciddiyet, onun yalan söylemediğini gösteriyormuş. Ama köylüler çoktan ormana girmiş. Mira dayanamamış, gizlice onların peşine düşmüş.
Kar fırtınası başlamıştı. Beyaz Diş’in uluması, rüzgârla karışarak ormanda yankılanıyordu. Avcılar tuzaklar kurmuş, köpeklerini salmıştı. Mira bir ağacın arkasına saklanmış, gözyaşlarını tutamıyordu.
Bir anda beyaz bir gölge belirmiş. Beyaz Diş, devasa karanlık figürlerin arasından süzülürken, bir köpek tuzağa yakalanmış. Beyaz Diş, düşmanını değil, o köpeği kurtarmış. Mira bu sahneyi görünce dayanamayarak bağırmış:
— Durun! O sizi öldürmeye gelmedi! O sadece koruyor!
Köylüler donup kalmış. Beyaz Diş’in gözleri bir an Mira’ya dönmüş. Gözlerinde teşekkür vardı.
Ama içlerinden biri —yaşlı avcı Brin— silahını doğrultmuştu.
Mira koşmuş, tam önüne atlamış.
Silah patlamış, karın üstü titremiş.
Sessizlik…
Sonra Beyaz Diş’in öfkeli bir uluması gökyüzünü yarmış.
Rüzgâr bir fırtına gibi dönmüş, avcılar geri çekilmiş. Beyaz Diş, Mira’yı dişlerinin arasında dikkatlice taşıyıp bir mağaraya götürmüş. Mira’nın kolu hafifçe sıyrılmıştı ama yaşıyordu.
— Sana zarar gelmesine izin vermem küçük insan.
— Ben seni koruyamadım...
— İyilik her zaman hemen anlaşılmaz, ama kalpten gelen her şey bir gün yankı bulur.
Beyaz Diş, Mira’nın kolunu yalamış, sonra mağaranın ağzına çökmüş. Dışarıda fırtına sürerken, Mira ilk kez bir kurdun nefesinin sıcaklığını hissetmiş.
Köylüler Mira’yı aramaya çıkmış. Onu mağarada bulduklarında, Beyaz Diş ormanın derinliklerine çoktan kaybolmuş. Mira’nın babası, kızını kucağına alırken gözleri dolmuş.
— “Sana inanmamışım… affet beni.”
— Baba, o kötü değil. O bizim dostumuz. Sadece yanlış anladık.
O günden sonra köydekiler ormanda daha dikkatli davranmaya başlamış. Ağaç kesmek, hayvan avlamak yasaklanmış. Mira büyümüş, doğayı koruyan bir rehber olmuş.
Her kış, ay ışığında uzaktan gelen bir uluma sesi duyulmuş. Mira her defasında gökyüzüne bakıp gülümsemiş:
“O hâlâ orada… Beyaz Diş bizi izliyor.”
Köyde bir çocuk doğmuş. Mira artık yaşlanmış ama gözleri hâlâ ışıl ışılmış. Bir gece, torunu yanına gelip sormuş:
— Nine, Beyaz Diş gerçekten yaşadı mı?
Mira gülümsemiş.
— “Yaşadı mı, yoksa hâlâ yaşıyor mu, kim bilir?”
— Ben de onu görmek istiyorum.
— “O zaman kalbini temiz tut. Beyaz Diş sadece cesur ve saf yüreklere görünür.”
Torunu gülüp Mira’ya sarılmış. Dışarıda kar yağıyormuş, uzaklardan yine o tanıdık uluma duyulmuş. Mira gözlerini kapamış ve fısıldamış:
— “Hoşça kal, eski dostum…”
Ay ışığı bir anlığına pencereye vurmuş; karın üstünde dev gibi bir gölge belirmiş. O gölge, başını gökyüzüne kaldırıp bir kez daha ulumuş — güçlü, gururlu ve huzurlu bir sesle.
Ve o andan sonra, Beyaz Diş efsanesi artık bir korku hikayesi değil, dostluk, sadakat ve doğaya sevgiyle bağlanmanın sembolü olmuş.
“Gerçek cesaret, korkusuz olmak değil, korkunun içinden iyiliği görebilmektir.”