Ağustos Böceği ile Karınca Masalı
Bir zamanlar, kocaman bir ormanın kenarında, güneşin altın ışıklarıyla ışıltı saçtığı bir çayırda iki dost yaşarmış: biri neşeli, biraz tembel ama yüreği müzikle dolu Ağustos Böceği, diğeri çalışkan, planlı ve biraz da ciddi Karınca.
Ağustos Böceği her sabah, çiğ damlalarının hâlâ yapraklardan süzüldüğü saatlerde uyanır, kanatlarını gergin bir şekilde açar ve melodilerini güneşe armağan edermiş. Karınca ise o sırada sırtında dev bir buğday tanesiyle geçer, alnından terler damlarmış.
— Günaydın Karınca kardeş! diye seslenirmiş Ağustos Böceği, neşeyle.
— Günaydın mı dedin? der Karınca, başını kaldırmadan. Benim için henüz gün başlamadı bile! Daha yüzlerce tane taşımam gereken buğday var.
Ağustos Böceği kanatlarını titreştirir, melodik bir gülüşle cevap verirmiş:
— Ah, ama çalışmanın da bir sınırı olmalı! Güneş bu kadar güzel parlıyorken neden dans etmiyoruz, neden biraz şarkı söylemiyoruz?
Karınca başını sallar, gülümsemeye çalışırmış ama yüzünde yorgunluk izi varmış.
— Senin şarkıların çok güzel, Ağustos Böceği. Ama ben şarkıyla karnımı doyuramam. Kış geliyor, unuttun mu?
— Kış mı? der Ağustos Böceği şaşkın bir ifadeyle. Daha yazın ortasındayız! Hem kış gelince de bir şekilde idare ederim. Hayat, çalışmaktan ibaret olamaz ki!
Karınca, bu sözleri duymamış gibi davranır ve yola koyulurmuş. Ağustos Böceği ise kanatlarını açıp güneşin altında yeniden tıngırdamaya başlamış. Günler geçmiş, haftalar ardı ardına eklenmiş. Ağustos, Eylül, sonra Ekim... Yapraklar sararmaya başlamış.
Bir sabah ormanın üzerinden soğuk bir rüzgâr geçmiş. Ağustos Böceği, ilk kez kanatlarının titrediğini hissetmiş.
— Ne kadar da serinlemiş hava... demiş kendi kendine. Herhalde kısa süreli bir serinliktir.
Ama günler geçtikçe soğuk daha da artmış. Şarkılar susmuş, çimenler kurumuş, böcekler yuvalarına çekilmiş. Ağustos Böceği’nin melodileri artık rüzgârda kayboluyormuş.
Bir akşamüstü, kar taneleri düşmeye başlamış. Ağustos Böceği, titreyerek bir taşın altına sığınmaya çalışmış ama karnı aç, vücudu zayıf düşmüş.
— Keşke... biraz olsun Karınca’nın sözünü dinleseydim... diye mırıldanmış.
O sırada uzaktan loş bir ışık görmüş; bir tünelin ucunda, karıncaların yuvasıymış bu. Cesaretini toplayıp oraya doğru yürümüş.
Tünelin ağzına geldiğinde içeriden sıcacık bir koku yayılıyormuş: fırından yeni çıkmış tahıl ekmeği kokusu gibi. Ağustos Böceği dayanamamış, usulca kapıyı tıklatmış.
— Karınca kardeş, ben geldim... demiş titrek bir sesle.
Kapı aralanmış, içerden Karınca çıkmış. Üzerinde kalın bir yaprak pelerini, elinde bir meşale varmış. Gözleri şaşkınlıkla açılmış.
— Ağustos Böceği! Ne haldesin sen böyle? Buz gibi olmuşsun!
— Biraz... üşüdüm. demiş Böcek. Ve... sanırım karnım da çok aç.
Karınca bir an duraklamış. Gözleri yumuşamış.
— Ben seni defalarca uyardım, biliyorsun değil mi?
— Biliyorum. demiş Böcek başını eğerek. Ben müzikle yaşarım sandım, ama açlık sessizliğin en acı notasıymış.
Karınca derin bir nefes almış. Sonra eliyle onu içeri davet etmiş.
— Gel. Isınman ve biraz dinlenmen lazım. Şarkılarını duymayı özledim zaten.
Ağustos Böceği içeri girmiş. Yuva sıcacıkmış, her yerde buğday yığınları, kurutulmuş yapraklar, meyveler… Karınca ona bir parça ekmek vermiş. Böcek elleriyle tutmaya çalışmış ama parmakları o kadar donmuş ki, ekmeği düşürmüş. Karınca hemen yakalamış.
— Dur bakalım, acele etme. Önce biraz ısın.
Bir süre sonra Ağustos Böceği’nin yüzüne renk gelmiş. Gözleri dolmuş, sesi titremiş:
— Beni affeder misin Karınca kardeş? Seni dinlemedim, sen haklıydın.
Karınca gülümsemiş, onu omzundan tutmuş.
— Affedilecek bir şey yok. Hepimiz bazen yanlış notaya basarız, önemli olan yeniden melodiyi bulmaktır.
O gece, kar dışarıda sessizce yağarken, Karınca ve Ağustos Böceği birlikte oturmuşlar. Böcek, yavaşça kanatlarını titreştirmiş, odanın içinde yumuşak bir melodi yankılanmış.
— Bu şarkı, sana teşekkürüm olsun. demiş Böcek.
Karınca gözlerini kapamış, müziğin sıcaklığında bir an huzur bulmuş.
Ertesi sabah güneş, kar tanelerinin üstünde pırıl pırıl parlıyormuş. Karınca, dostuna dönüp demiş ki:
— Yaz tekrar geldiğinde, gel birlikte çalışalım. Sen şarkı söyle, ben taşırım. Hem çalışırız, hem eğleniriz.
Ağustos Böceği heyecanla gülmüş:
— Harika bir fikir! Ben de kışa özel şarkılar bestelerim, senin için!
O günden sonra ikili birbirinden hiç ayrılmamış. Yaz geldiğinde Ağustos Böceği şarkı söylerken, Karınca da ritim tutar olmuş. Ormandaki diğer hayvanlar, bu ikilinin dostluğunu konuşurmuş. Çünkü herkes bilirmiş: çalışmak güzeldir ama paylaşmak, çok daha güzeldir.
Bir kış günü daha geldiğinde, karlar ormanı yine beyaza bürümüş. Ama bu kez Ağustos Böceği yalnız değilmiş. Karınca’nın yanında, sıcak bir yuvada, melodilerini dostluğun kalbine işlemiş.
Ve ikisi birlikte gülerek demişler:
— Kış ne kadar uzun olursa olsun, dostluğun sıcaklığı hep sürer.
O günden sonra ormanda bir gelenek başlamış: her kışın ilk karında, Ağustos Böceği bir şarkı söyler, Karınca da ona eşlik edermiş. Ormanın çocukları o sesi duyduğunda bilirlermiş ki, yazın neşesi ve dostluğun sıcaklığı hiç kaybolmaz.
Kış bitip güneş yeniden doğduğunda, Karınca ve Ağustos Böceği yine çayırın ortasında, çiğ damlaları üstünde dans edermiş.
— Hazır mısın Karınca kardeş?
— Her zamankinden çok!
Ve kanat sesleriyle karışan kahkahalar, ormanın yeni hikâyelerine karışarak kaybolurmuş gökyüzünde.