Asteriks ve Oburiks Masalı

Mine Kaya 3 Okuma Süresi: 9 dk Masal Oku
Asteriks ve Oburiks Masalı

Galyalı köy, sabah güneşiyle birlikte yavaş yavaş uyanıyordu. Ormanın içinden gelen kuş sesleri, dumanı tüten küçük bacalar ve her zamanki gibi uzaktan duyulan… Kakofoniks’in ısınma çalışmaları.

Köy meydanında Majestiks tahtına kurulmuş, köylülerin getirdiği haberleri dinliyordu. Oburiks ise her zamanki gibi açtı. Hatta bu “her zamanki” kelimesi, Oburiks’in iştahını anlatmaya yetmezdi.

— Ben acıktım! dedi Oburiks, sanki daha on dakika önce yaban domuzu yememiş gibi.

Asteriks gülümseyerek omzunu silkti.

— Bu köyde acıkmak, senin için nefes almak gibi Oburiks.

İdefiks, Oburiks’in ayaklarının dibinde dönüp duruyor, kuyruğunu sallıyordu. Yaban domuzu lafını duymuştu çünkü. Yaban domuzu demek, şölen demekti; şölen demek, İdefiks için “Oburiks’in tabağından düşen şanslı lokmalar” demekti.

Tam o sırada Büyüfiks aceleyle kulübesinden çıktı. Elinde büyük bir sepet vardı ama sepet… bomboştu.

— Majestiks! diye seslendi. — Çok önemli bir sorun var!

Majestiks kaşlarını çattı.

— Sorun mu? Bu kelimeyi Romalılar dışında kimse ağzına almazdı. Söyle Büyüfiks, köyümüzün huzurunu ne bozdu?

Büyüfiks sepeti gösterdi.

— İksir için gereken Altın Kestane yaprakları bitmiş!

Köy meydanında bir anda sessizlik oldu. Sonra Oburiks’in gözleri büyüdü.

— İksir olmayınca Romalı dövemeyecek miyiz?

Asteriks sakince düşündü.

— Döveriz ama daha zor olur. Ayrıca iksir sadece dövmek için değil, köyün güveni için de önemli.

Büyüfiks başını salladı.

— Altın Kestane yaprakları yalnızca Kuzey Patikası’ndaki Gülüş Vadisi’nde yetişir. Ama bu sabah gidip bakayım dedim… vadinin girişinde tuhaf bir şey vardı. Orman sanki… susmuştu.

İdefiks bir anda havayı kokladı ve hafifçe hırladı. Asteriks eğilip onu okşadı.

— İdefiks bir şey sezdi. Bu iyiye işaret değil.

Majestiks kararını verdi.

— Asteriks! Oburiks! Bu görevi siz üstleniyorsunuz. Köyümüzün iksiri, köyümüzün kalbidir. Gidin ve yaprakları bulun.

Oburiks yumruğunu havaya kaldırdı.

— Tamam! Ama dönüşte yaban domuzu var, değil mi?

Bonemine, Majestiks’in yanında kollarını kavuşturdu.

— Önce görev, sonra domuz. Her şeyin bir sırası var Oburiks.

— Benim karnım sıraya girmeyi sevmiyor… diye mırıldandı Oburiks.

Asteriks kahkaha attı.

— Hadi, yola çıkalım.

Ormanın içine girdiklerinde, Büyüfiks’in dediği gibi bir gariplik vardı. Kuşlar az ötüyor, rüzgar bile sanki fısıltıyla esiyordu. İdefiks yerdeki izleri koklayıp hızlanıyor, sonra durup geri dönüyor, tekrar ilerliyordu.

— İdefiks bizi bir şeye götürüyor, dedi Asteriks.

— Beni yaban domuzuna götürse daha iyi olurdu, dedi Oburiks.

Bir süre sonra patikanın kenarında parlak bir şey gördüler. Yerden hafifçe yükselen, sanki gülümseyen bir taş… Üzerinde kıvrımlı desenler vardı. İdefiks taşın yanına yaklaşınca birden kulaklarını dikti ve havladı.

— Bu da ne böyle? dedi Asteriks.

Oburiks taşı eline aldı. Taş beklenmedik şekilde sıcaktı. Ve garibi… Oburiks taşı tutar tutmaz, istemsizce gülümsedi.

— Hehehe… Bu taş komik! dedi.

Asteriks şaşkınlıkla baktı.

— Oburiks, sen taşlara güler miydin?

— Normalde hayır… ama bu taş… gıdıklıyor sanki! dedi Oburiks ve bir kahkaha daha patlattı.

Tam o anda çalılıkların arasından kalkan bir Romalı birliğinin miğferleri göründü. Bir centurion, elini havaya kaldırdı.

— Durun! Sezar adına! O taşı bırakın!

Asteriks gözlerini kıstı.

— Sezar’ın taş koleksiyonu mu varmış?

Centurion sertçe konuştu.

— Bu, Gülüş Taşı! Onu Sezar’a götüreceğiz. Bu taş kimin elindeyse, herkes ona sempati duyar. Sezar da tüm Galya’yı… gülerek teslim alacak!

Oburiks taşla birlikte gülmeye devam ediyordu.

— Hahaha! Romalılar çok komik!

Asteriks hızla taşı Oburiks’in elinden aldı. Oburiks’in yüzü birden normale döndü, sanki büyü bozulmuş gibi.

— Ben niye gülüyordum? dedi Oburiks, şaşırarak.

İdefiks centurionun ayaklarına doğru koştu ve sertçe havladı.

— Bu taş tehlikeli, dedi Asteriks. — İnsanların duygularını karıştırıyor.

Centurion ileri atıldı.

— Taşı verin! Yoksa…

Oburiks yumruklarını sıktı.

— Yoksa ne? Yoksa şunu mu yaparsın? dedi ve en yakın Romalıyı havaya kaldırıp bir çalının içine “nazikçe” bıraktı.

Asteriks kıkırdadı.

— Bugün naziksin Oburiks.

— Karnım aç, enerjimi saklıyorum.

Romalılar üstlerine yürüdü ama Galyalıların kararlılığına karşı koyamadılar. Oburiks iki Romalıyı yan yana oturtup miğferlerini birbirine “tok” diye çarptırdı. Asteriks de hızlı hamlelerle centurionun pelerinini bir dala taktı.

Centurion korkuyla geri çekildi.

— Sezar bunu duyacak!

— Sezar çok şey duyuyor, ama pek azını anlıyor, dedi Asteriks.

Romalılar kaçınca orman yeniden sessizleşti. Ama bu sessizlik artık “tuhaf” değil, “düşünen” bir sessizlik gibiydi.

Asteriks taşı bir bezin içine sardı.

— Asıl hedefimiz yapraklar. Taşı şimdilik yanımızda götürelim. Belki Büyüfiks ne olduğunu anlar.

İdefiks birden yine koştu. Bu sefer patikadan sapıp dar bir geçide girdi. Asteriks ve Oburiks arkasından ilerledi.

Geçidin sonunda Gülüş Vadisi açılıyordu… ama vadi eski neşesinde değildi. Normalde burada çiçekler daha canlı olur, kuşlar daha şen öter, hatta insanın içi durduk yere kıpır kıpır olurdu. Şimdi ise ağaçların yaprakları soluk, hava ağırdı.

Oburiks fısıldadı.

— Burada yaban domuzu bile üzgün görünür.

Asteriks eğildi, yerdeki altın renkli yapraklara baktı. Birkaç tanesi vardı ama çoğu kurumuştu.

— Büyüfiks haklı… yapraklar bitiyor. Ama neden?

O sırada vadinin ortasındaki dev Altın Kestane ağacının dibinde küçük bir gölge gördüler. Bir çocuk… Romalı bir çocuk. Üzerinde küçük bir pelerin vardı ama miğferi yoktu. Dizlerini karnına çekmiş, sessizce ağlıyordu.

İdefiks usulca yaklaştı, hırlamadı. Sadece kokladı. Sonra oturup başını eğdi.

Asteriks yumuşak bir sesle konuştu.

— Hey… korkma. Biz Galyalıyız ama çocukları korkutmayız. Adın ne?

Çocuk başını kaldırdı, gözleri yaşlıydı.

— Ben… Julius. dedi kısık bir sesle. — Birliğim… beni burada bıraktı. Sezar’ın adamları taşı ararken… kayboldum.

Oburiks şaşırdı.

— Julius mu? Sezar gibi mi?

Çocuk hıçkırdı.

— Sezar’la aynı adı taşıyorum diye herkes benden büyük şeyler bekliyor. Ama ben sadece… evime dönmek istiyorum.

Asteriks taşın bezini biraz araladı. Taş hafifçe parladı. Julius’un gözleri taşa kaydı ve yüzünde kısa bir gülümseme belirdi. Sonra gülümseme sönüp yerini daha derin bir hüzne bıraktı.

— Bu taş… önce güldürüyor, sonra içini daha da boşaltıyor, dedi Julius. — Askerler onu bulunca herkes gülüyor ama kimse kimseyi gerçekten dinlemiyor.

Asteriks derin bir nefes aldı.

— Demek vadinin neşesi de çalınmış gibi.

Oburiks ağaca baktı.

— Ağaç da mutsuz. Ben olsam ona yaban domuzu verirdim.

Asteriks, Julius’un yanına çömeldi.

— Biz sana yardım edeceğiz. Ama önce yaprakları kurtarmalıyız. Büyüfiks’e iksir için lazım.

Julius başını salladı.

— Yapraklar taş yüzünden soluyor. Taş, vadinin gülüşünü emiyor. O gülüş olmadan ağaç yaprak veremiyor.

Asteriks’in aklına bir şey geldi.

— O zaman taşın vadiden uzaklaşması lazım. Ama Romalılar peşimizde.

Oburiks göğsünü kabarttı.

— Peşimizde olsunlar! Ben de onların peşine düşerim.

Julius utangaçça elini kaldırdı.

— Ben… bir şey yapabilirim. Sezar’ın kampına giden gizli bir yol biliyorum. Ama ben Galya’ya zarar gelsin istemiyorum.

Asteriks gülümsedi.

— Zarar gelmeyecek. Bugün sadece doğru olanı yapacağız.

Plan basitti ama “Oburiks’li” bir plan olduğu için biraz da gürültülüydü.

Asteriks, taşı bir süreliğine vadiden çıkarıp ormanın daha dışına saklayacaktı. Böylece vadi nefes alacak, ağaç toparlanacak, yapraklar tazelenecekti. Oburiks ise Romalıları oyalayacaktı. Julius da gizli yolu gösterip geri dönüşte kaybolmamak için onlara yardım edecekti.

İdefiks ise… İdefiks her zamanki gibi herkesin kalbini koruyacaktı.

Asteriks taşı uzaklaştırdığında, sanki vadi derin bir “oh” çekti. Hafif bir rüzgar esti, ağaç dallarını kıpırdattı. Altın Kestane’nin yaprakları birer birer parlamaya başladı.

Oburiks hayranlıkla baktı.

— Vay canına… Ağaç mutlu olunca benim de karnım daha çok acıkıyor.

Asteriks yaprakları dikkatle toplamaya başladı. Tam sepet dolarken, uzaktan Romalıların bağırışları duyuldu.

— Oradalar! Taşı alın!

Oburiks kollarını açıp ortaya çıktı.

— Taş yok! Ama ben varım!

Romalılar saldırdı. Oburiks onları bir sağa, bir sola savurdu. Bir tanesini nazikçe bir ağaca “yasladı”, diğerini çimenlere “oturttu”. Bu sırada Asteriks, Julius ve İdefiks yapraklarla birlikte geri çekildi.

Julius koşarken nefes nefese konuştu.

— Ben… gerçekten doğru şeyi mi yapıyorum?

Asteriks’in sesi sakindi.

— Doğru şey, güldürmek değil sadece. Bazen birini dinlemek, birinin korkusunu görmek daha doğrudur.

Julius gözlerini sildi.

— Sezar’ın kampında kimse kimseyi dinlemiyor. Herkes emir veriyor.

İdefiks Julius’un elini yaladı. Julius ilk kez içten bir kahkaha attı.

— Bu köpek… iyi biri.

— O bir köpek değil, o İdefiks, dedi Oburiks arkadan. — Ve evet, iyi biri.

Tam o sırada çalılıkların arasından Kakofoniks çıktı. Elinde lirini tutuyordu.

— Asteriks! Oburiks! Ben de geldim! Size moral vermek için bir şarkı…

Asteriks’in gözleri büyüdü.

— Kakofoniks… şimdi mi?

— Evet! Tam zamanı! dedi Kakofoniks ve çalmaya başladı.

Şarkı, ormandaki bütün kuşları susturdu. Hatta bir sincap, dalın üzerinden düşüp koşarak kaçtı. Romalılar bile bir an durdu.

Bir centurion kulaklarını kapadı.

— Bu… bu bir saldırı! Geri çekilin!

Romalı birlik panikle kaçışmaya başladı. Oburiks şaşkınlıkla baktı.

— Demek benim dövüşmeden de Romalı kaçırabildiğim bir yöntem varmış.

Asteriks kısık sesle güldü.

— Kakofoniks’in şarkısı, doğanın en güçlü savunması olabilir. Ama bunu ona söyleme.

Kakofoniks gururla göğsünü kabarttı.

— Gördünüz mü? Sanat!

Oburiks hemen araya girdi.

— Sanat güzel ama şimdi sus, karnımın sanata ihtiyacı yok.

Köye döndüklerinde Büyüfiks yaprakları görünce gözleri parladı.

— Harika! Bu kadar taze Altın Kestane yaprağıyla iksirimiz yine güçlü olacak.

Majestiks, Julius’u görünce şaşırdı.

— Bu küçük Romalı da kim?

Julius çekingen ama cesur bir adım attı.

— Ben Julius. Kayboldum. Asteriks ve Oburiks bana yardım etti.

Bonemine yumuşak bir ifadeyle eğildi.

— Her çocuk yardım hak eder.

Büyüfiks, Asteriks’in bezindeki taşı görünce kaşlarını çattı.

— Gülüş Taşı… Tehlikeli bir nesne. İnsanları gerçek duygularından koparır. Onu köyden uzak bir yere, kimsenin bulamayacağı şekilde saklamalıyız.

Asteriks başını salladı.

— Vadiyi kurtardık, ama taşın peşindekiler bitmez.

Majestiks kararlı konuştu.

— O zaman bu taş, Galya’nın değil; toprağın sırrı olsun.

Oburiks sevinçle bağırdı.

— Sırlar güzel! Ama şimdi yaban domuzu sırrı yok! Şölen var!

Köy meydanında büyük ateş yakıldı. Yaban domuzları pişti. İdefiks, Julius’un yanına oturdu. Julius ilk kez gerçekten rahatlamış görünüyordu.

Asteriks ona bir parça ekmek uzattı.

— Korkma. Bu gece burada güvende olacaksın. Yarın seni Romalı kampına götürürüz. Ama Sezar’a değil… ailene.

Julius’un gözleri doldu.

— Siz… düşman değilmişsiniz.

Oburiks ağzı dolu dolu konuştu.

— Düşmanlarımız Romalı askerler. Ama çocuklar… çocuklar yaban domuzu gibi… yani… şey… çocuklar çocuk işte!

Asteriks gülerek Oburiks’in sırtına vurdu.

— Demek istediğini anladık.

Kakofoniks lirini tekrar eline alınca herkes bir anda ayağa kalktı.

— Hayır! diye bağırdı köy halkı bir ağızdan.

Kakofoniks duraksadı.

— Ne oldu? Şölen şarkısız olmaz…

Majestiks sakin ama net konuştu.

— Bu gece, herkesin kalbi huzur dolu olsun istiyoruz. Kalplerin huzuru için… lütfen otur.

İdefiks bile havlayıp başını iki yana salladı.

Julius gülmeye başladı. Ama bu kez taşın zorla gülüşü değildi. Bu, “içinden gelen” bir gülüştü. Köyün ateşi, yıldızlar, dostluk ve sıcak yemek… Hepsi bir araya gelince, insanın içi kendiliğinden yumuşuyordu.

Asteriks, Oburiks’e baktı.

— Bazen bir vadiyi kurtarmak, bir taşı saklamakla olur. Bazen de bir çocuğun yüzünü güldürmekle.

Oburiks karnını okşadı.

— Bence en önemlisi… yaban domuzu. Ama tamam, senin dediğin de fena değil.

Asteriks kahkaha attı. Köy meydanında gece uzadı, yıldızlar parladı. Ve Galya, bir kez daha sadece güçlü değil… aynı zamanda yüreği büyük olduğunu hatırladı.

Yazıyı Paylaş: