Keloğlan ve Aykız Masalı

Mine Kaya 242 Okuma Süresi: 6 dk Keloğlan Masalları
Keloğlan ve Aykız Masalı

Keloğlan ile Aykız’ın hikâyesi, bir akşamüstü gökyüzünün kızıllaşıp ufkun pamuk şekeri gibi yumuşadığı bir zamanda başlar. Rüzgâr hafif hafif esiyor, köyün üzerindeki eski söğüt ağaçlarının yapraklarını hışırtılar içinde birbirine fısıldaştırıyordu. O sırada Keloğlan, annesinin kulübesinin önünde kırık küreğini onarmaya çalışıyordu. Ne kadar uğraşsa da kürek bir türlü düzelmiyor, sapı hep yana kayıyordu.

Tam bu sırada köyün diğer ucundan bir ses duyuldu. Atlı bir ulak koşturarak geldi ve köy meydanında toplanan kalabalığa seslendi:

Dikkat edin köylüler! Şahmeran Vadisi’nin yakınlarına yabancı yaratıklar musallat olmuş! Geceleri ışıklar saçıyor, insanları korkutuyorlar! Kim oraya gider de halkın huzurunu sağlarsa, Sultan’ın en büyük ödülünü kazanacak!

Keloğlan yere bıraktığı küreğin kırık sapına baktı. O sıradan kürek gibi hep eksik görülmüştü zaten. Ama içinde tuhaf bir cesaret alevlendi. Belki de ilk kez bir işe gerçekten yarayabileceğini düşündü. Fakat o sırada kimse onu ciddiye almazdı; köylülerin çoğu ona bakıp hafifçe güldü.

Ama bir kişi gülmedi: Aykız.

Aykız köyün en akıllı, en çalışkan kızlarından biriydi. Gözleri parlak, bakışları cesurdu. Herkesten farklı düşünür, herkes cesaretten kaçarken o adım atmayı bilirdi. Keloğlan’a yaklaşarak sessizce eğildi.

Niyeti ciddi olan birinin gözlerinde böyle bir kararlılık olur, Keloğlan. Bu işe kalkışacak mısın gerçekten?

Keloğlan derin bir nefes aldı.

Bilmem Aykız… ama içim içime sığmıyor. Belki de kendimi ispat etmemin zamanı gelmiştir.

Aykız gülümsedi.

Ben de geliyorum. Şahmeran Vadisi'nin yolları zordur, tek başına olmaz.

Keloğlan şaşırdı.

Sen mi geleceksin? Ama tehlike büyük diyorlar.

Tehlike insanı korkutmak için değil, insanın ne kadar güçlü olabileceğini hatırlatmak içindir. Hem seni yalnız bırakır mıyım hiç?

İşte o an hikâyeleri başlamıştı.

Gece yolculuğuna çıktıklarında ay gökte ince bir kadife parçası gibi süzülüyordu. Yollar taşlı, orman karanlıktı. Aykız, yanında getirdiği küçük feneri yaktı. Fenerin içindeki ateş böceği ışıkları mavi bir parıltıyla yollarını aydınlatıyordu.

Bir süre sessiz yürüdüler. Yalnız sessizlik hoş değildi; ormandan tuhaf cırtlamalar, çatırtılar geliyordu.

Keloğlan… bu sesler biraz ürkütücü, değil mi? dedi Aykız hafif titreyerek.

Ben varım ya korkma, dedi Keloğlan ama sesindeki titreme gizlenemiyordu.

İkimiz de korkuyoruz ama birlikteyiz, bu yeterli, diye ekledi Aykız.

Derken ağaçların arasından parlak bir ışık belirdi. Işık bir anda büyüdü, döndü, kıvrıldı ve sonra... küçücük bir yaratık ortaya çıktı. Vücudu pamuk şekerini andıran beyazlıkta, gözleri ise avuç içi büyüklüğünde altın gibi parlıyordu.

Ben Lume! Vadinin ışık bekçisiyim! Siz kimsiniz? Neden gecenin bu saatinde Şahmeran Vadisi’ne yol alıyorsunuz? diye cıvıldadı.

Keloğlan’ın ağzı açık kaldı.

Biz… biz köyümüz için geldik. Işıklar saçan yaratıklar insanları korkutuyormuş. Onları durdurmak istiyoruz.

Lume’nin kanatları hafifçe titreşti.

O ışıklar kötü değil ki… Şahmeran’ın kalbi yaralı. O yüzden vadi ışık saçıyor. Şahmeran iyileşmezse, tüm vadi çöker, köyler kurur.

Aykız öne çıktı.

Şahmeran yaralı mı? Ona yardım etmemizin bir yolu var mı?

Belki… ama Şahmeran’a ulaşmak için üç kapıyı geçmeniz gerek. Her kapıda kalbinizi, cesaretinizi ve niyetinizi ölçen sınavlar var.

Keloğlan yutkundu. Aykız’ın gözleri ise daha da parladı.

Hazırız Lume. Ne gerekiyorsa yaparız.

Lume kanatlarını çırptı ve onları vadinin girişine doğru götürdü.


Birinci Kapı: Cesaret Kapısı

Kocaman taş bir duvar vardı ve üzerinde devasa bir kapı… fakat kapı aralık değildi. Lume kapının üstündeki yazıyı gösterdi:

Korkan geçmesin; korktuğunu gizleyen hiç geçemesin.

Bir anda yer sallandı. Kapının önüne dev bir gölge düştü. Karanlık bir yaratık, duman gibi kıvrılarak ortaya çıktı. Keloğlan korkudan geriye sıçradı.

Aykız! Bu ne böyle? diye bağırdı.

Aykız da ürktü ama geri çekilmedi.

Yaratık yaklaşınca konuştu:

Ben sizin kendi korkularınızın yansımasıyım. Korkunuz kadar büyür, cesaretiniz kadar küçülürüm.

Keloğlan’ın dizleri titriyordu.

Aykız… ben bunu yapamam galiba.

Aykız elini tuttu.

Keloğlan, korku insanın içindedir. Ama cesaret de oradadır. Bir adım atarsan korku küçülür. Ben buradayım.

Keloğlan derin bir nefes aldı ve yaratığa doğru bir adım attı. Yaratık biraz küçüldü. İkinci adım… daha da küçüldü. Üçüncü adımda yaratık bir kedicik boyutuna indi ve “pıff!” diye ortadan kayboldu.

Kapı gürültüyle açıldı.


İkinci Kapı: Niyet Kapısı

Kapının önünde parlayan bir su vardı. Sadece içine bakan kişinin niyetini ortaya çıkaran bir büyülü göl…

Lume konuştu:

Kim yalan niyetle buraya gelmişse bu gölden geçemez. Su kalbinizi okur.

Aykız suya baktı. Yüzündeki yansıma dimdikti.

Benim niyetim temiz. Köyümüzü ve Şahmeran’ı korumak için geldim.

Su yana kaydı ve Aykız geçebildi.

Sıra Keloğlan’a geldi. Suya baktı… ve kendi yansımasını değil, küçüklüğünü gördü. Hep alay edilen, saçları olmadığı için dalga geçilen hâlini… Keloğlan’ın boğazı düğümlendi.

Ben… bilmiyorum Lume. Belki de sadece kendimi ispatlamak için geldim. Bu niyet temiz midir?

Lume gözlerini kısarak baktı.

Kendini ispatlamak istemek kötü bir şey değildir. Önemli olan bunu kötülük için değil, fayda için yapmandır. Gerçek niyetini söylüyorsun, bu yeterli.

Su berraklaştı ve Keloğlan’ın geçmesine izin verdi.


Üçüncü Kapı: Kalp Kapısı

Bu kapının önünde dev bir taş kalp vardı. Kalbin ortasında mavi bir çatlak… sanki tamir edilmeyi bekleyen bir yara.

Lume hüzünle konuştu:

Şahmeran’ın kalbi işte böyle… Eğer bu çatlak sevgiyle tamir edilirse vadi iyileşir. Ama bunu yapabilmek için kalbinizin bir parçasını vermelisiniz.

Aykız şaşırdı.

Bir parçamızı mı? Nasıl yani?

Lume açıkladı:

Sevgi bir fedakârlıktır. Siz gerçekten yardım etmek istiyorsanız kalbinizdeki en kıymetli duyguyu paylaşmalısınız.

Aykız elini taş kalbin üzerine koydu.

Ben umudumu veriyorum. İnsanların birbirine güvenmesini istiyorum.

Taşın üzerindeki mavi çatlak biraz iyileşti.

Keloğlan yaklaşırken elleri titriyordu.

Ben… kendi cesaretimi veriyorum. Çünkü yıllarca cesur değil sanıldım. Ama artık paylaştıkça büyüyen bir cesaretim olsun istiyorum.

Taş kalp tamamen parladı, çatlak kapandı.

Kapı zorla açıldı ve içeriye mavi bir ışık süzüldü.

İçeri girdiklerinde yerde kıvrılmış dev bir yılan bedenine benzeyen ama gözlerinde bilgelik taşıyan Şahmeran yatıyordu. Vücudu solgundu. Şahmeran konuştu:

Uzun zamandır kimse kalbinin sesini duyarak buraya kadar gelemedi. Siz… farklısınız.

Aykız diz çöktü.

Sana yardım etmeye geldik. Ne gerekiyorsa yaparız.

Şahmeran başını kaldırdı.

Kalbime verdiğiniz umut ve cesaret bana güç verdi. Ama son bir şey daha gerek: İnsanların birbirine olan kötülüğünü affetmek. Affedilmez olanı değil… ama insanın içindeki iyiyi yeniden görebilmek için bir ışık. Bu ışık sizde var.

Keloğlan gözleri dolu dolu konuştu:

Biz bunu elimizden gelenle yaparız. Köyümüze döner ve insanlara gerçek cesareti anlatırız. Senin ışığını da taşıyacağız.

Şahmeran gülümsedi ve parlayan pullarından bir tanesini koparıp Keloğlan’a verdi.

Bu ışık sizin yolunuz olsun.

Bir anda vadi parıldı, ağaçlar canlandı, çiçekler yeni açmış gibi renklendi. Kötü ışıkların tamamı güzelliğe dönüştü.

Keloğlan ve Aykız köye döndüğünde herkes onları hayranlıkla karşıladı. Köy meydanı coşkuyla doldu. Ulak bile şaşkındı.

Aykız, köylülere seslendi:

Korkunun ardında bazen sadece yanlış anlaşılmış bir ses vardır. Dinlerseniz korkunuz küçülür.

Keloğlan ise parlayan Şahmeran pullarını gösterdi:

Cesaret korkusuz olmak değil; korkuya rağmen adım atmaktır.

Köylüler alkışladı. Keloğlan’ın annesi oğluna sarıldı. Aykız ile Keloğlan birbirlerine baktılar; artık aralarında kelimelere sığmayan bir bağ vardı.

İşte böyle… Keloğlan ve Aykız bir maceraya çıktılar, hem kendilerini hem köylerini değiştirdiler. Ve o günden sonra Şahmeran Vadisi ışığını kaybetmedi; Keloğlan’ın ve Aykız’ın yüreğinden yayılan o iyilik ışığı sayesinde hep parladı.

Yazıyı Paylaş: